Analiz:
SAKİNE CANSIZ CİNAYETİNİN AYRINTILARI
SAKİNE CANSIZ CİNAYETİNİN AYRINTILARI

Ferit İlsever'in büyük bir araştırma sonucu oluşturduğu ve Aydınlık Gazetesinde yedi bölüm halinde yayımlanan "Sakine Cansız Cinayetini Aydınlatıyoruz" başlıklı yazı dizisini birleştirerek tamamını tek bölüm haline getirdik.

İşte Ferit İlsever'in özellikle MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve İmralı hükümlüsü Abdullah Öcalan için çok ciddi iddialar ileri sürdüğü o yazı dizisi;

Ferit İlsever/AYDINLIK

SAKİNE CANSIZ CİNAYETİNİN AYRINTILARI

1.BÖLÜM
ÖCALAN’IN FİDAN’A BAŞVURUSU

MİT’in PKK yöneticileriyle yaptığı görüşmelerde iletilen bir konu, Sakine Cansız’ın zihnini kemirip duruyordu: Yeni vizyonumuz İslam bayrağı altında. 
1 Mart 2015’te AKP hükümetiyle HDP heyetinin Dolmabahçe buluşmasından sonra 10 maddelik bir program açıklandı. 
2015 seçimlerine 3 ay kala açıklanan bu program, ABD ve işbirlikçilerinin bu seçimden ne beklediklerine de açıklık getiriyordu. Gladyo merkezi Türkiye’yi bölmek amacıyla bir AKP-PKK koalisyonu gerçekleştirmişti. Şimdi öncelikle HDP’ye baraj atlatılacak, daha sonra CHP de koalisyona katılarak AKP-CHP-HDP işbirliğiyle yeni bir Bölücü Hükümet kurulacak ve Bölücü Anayasa yapılacaktı. 

Bu süreci 2012 sonlarından itibaren yakından izliyoruz. PKK yöneticilerinden Sakine Cansız cinayetiyle başlayan bu süreç esas olarak başarısızlığa uğramıştır. Bölücü Anayasayı yaptırmadık ve bölünme sürecinin resmiyete dökülmesine izin vermedik. Gladyo şimdi seçimlere yönelik son bir hamleyle bölme hayallerini gerçekleştirmeye çalışıyor.  

KARANLIK DOSYAYI AÇIYORUZ 

O zaman biz de Sakine Cansız cinayetiyle başlayan karanlık dosyayı açıyoruz. Bu yazı dizimizde Paris suikastının nasıl hazırlandığını ve nasıl gerçekleştirildiğini, suikastta kimlerin, hangi istihbarat örgütlerinin rol oynadığını, suikastın nasıl örtülmeye ve saptırılmaya çalışıldığını, en önemlisi de bu cinayetten bugünkü bölücü koalisyon arayışlarına nasıl geldiğimizi tarafların kendi belge ve açıklamalarıyla aydınlatıyoruz. Bugün Abdullah Öcalan’ın MİT Müsteşarı Hakan Fidan’a başvusuyla başlayan yazı dizimizde sürecin her aşamasını ayrıntılarıyla okurlarımızın bilgisine sunacağız.  

Amacımız, bugüne kadar ilerlemesini engellediğimiz Bölünme Sürecini seçimlerde ve seçimlerden sonra kökten bitirmektir. 

TEK HEDEF SAKİNE CANSIZ 

Yazı dizimize başlarken, dizi boyunca farklı görüşler de yer almakla birlikte, yine de olayla ilgili bazı temel doğruları okurlarımızın dikkatine sunmak istiyoruz:  

2012 ortalarından itibaren Sakine Cansız ve diğer PKK yöneticilerine suikast söylentileri, başta Gladyo olmak üzere, MİT ve diğer Batılı istihbarat örgütlerinin işbirliğiyle yayıldı. 

Bazı Batılı ülkelerin istihbarat örgütleri cinayetler konusunda PKK’yı uyardı. Bu uyarılar suikastla ilgili psikolojik savaşı yoğunlaştırmak amacıyla ve yukarıdaki istihbarat mekanizmasının işbirliğiyle yapıldı.  

O merkez Öcalan’la anlaşma sağlandıktan sonra suikast kararının durdurulduğunu, ancak bundan habersiz birilerinin Sakineleri vurduğunu yaydı. Bu da doğru değildir ve başından beri suikast kampanyasında tek hedef Sakine Cansız’dır.  

Suikasttan sonra, olaydan MİT merkeziyle birlikte sorumlu olan F Tipi’nin MİT ve Emniyet imamlarının “karşı operasyondan korktukları için” yurt dışına kaçtıkları belirtildi. Hayır, bunlar Hakan Fidan ve hükümetle anlaşarak, ellerini kollarını sallaya sallaya ABD’ye gittiler. Onlara bu kolaylığı Hakan Fidan sağladı. Çünkü bütün karanlık işlerde birlikteydiler.  

İlginç olan, Paris cinayetinde ve diğer operasyonlarda Tayyip Erdoğan’la Öcalan’ların koro halinde paraleli suçlamalarıydı. Çünkü suç ortağıdırlar. Birlikte kararlaştırdılar. Daha doğrusu omuzlarına Gladyo’nun yüklediği görevi birlikte yerine getirdiler.  

ÖCALAN: "HAKAN BEY'İ YALNIZ BIRAKMAMAK LAZIM" 

7 Şubat 2012’de Savcı Sadrettin Sarıkaya, “MİT-KCK işbirliği” suçlamasıyla Hakan Fidan’ı gözaltına almak istedi. Hükümet bir geceyarısı operasyonuyla sürecin önünü keserken, Abdullah Öcalan da İmralı’da Cezaevi Müdürünün kapısını çalıyordu: “MİT’e 7 Şubat darbesi... Cezaevi Müdürü’ne, ‘Hakan Bey’i yalnız bırakmamak gerekir’ dedim. Sözlü, yazılı iletişime geçtim. Beş ay önce tekrar kanal açıldı, diyalog başladı.” (A. Öcalan’la BDP Grup Bşk. Vekili Pervin Buldan, İst. Mv. Sırrı Süreyya Önder, Diyarbakır Mv. Altan Tan görüşmesi, 23 Şubat 2013). 

Demek ki, Abdullah Öcalan’ın yeniden görüşme talebi 2012’nin Ekim ayında cevap buluyor. Bu arada KCK Yürütme Konseyi üyesi Zübeyir Aydar’ın “görüşmelerin yeniden başlaması” çağrısını da hatırlatalım. (24 Eylül 2012) 

Zübeyir Aydar sonraki günlerde Aydınlık yazarı Rafet Ballı’ya, “2012 yılındaki operasyonlarla PKK’ya büyük darbe indirildiğini ve çok bunaldıklarını” anlatmıştı.  

İKİ AYAKLI OPERASYON 

Açılım sürecinde atılacak kritik adımların öncesinde PKK’ya yönelik iki ayaklı sıkıştırma operasyonu başlatıldı. Bir yandan yurtiçinde KCK operasyonlarıyla PKK’nın hareket alanı daraltılırken yurtdışında da ölüm listeleri dolaşıma sokuldu. AKP Hükümeti’nin hedefi PKK’nın yurtdışındaki kadrolarını öldürmek değildi ancak “ölüm tehdidi” ile PKK’nın yurtdışındaki kadrolarını açılım sürecine hazır hale getiriyordu.  

Bu çerçevede yoğun bir basın kampanyası yürütüldü. Örneğin, Emre Uslu “PKK’nın üst düzey 20 sorumlusu öldürülürse terör biter” diye yazıyordu. Yeni Şafak yazarı Fehmi Koru (Taha Kıvanç) bu planı Tamil Yöntemi diye adlandırdı. Koru, PKK’ya karşı, Sri Lanka’da uygulanan, Tamil gerillalarını tasfiye planının devreye sokulacağını yazıyordu.  

Hürriyet gazetesi, PKK yöneticilerine karşı ödül yönetmeliğini haber yapıyordu: PKK’nın üst düzey 50 kadrosundan birini yakalatana 4 milyon TL, alt yöneticilerinden birisini yakalatana 2 milyon TL ödül verilecekti. (Hürriyet, 19 Ekim 2012) 

Oysa PKK’ya yönelik bu çapta bir suikast süreci başlatacak bir devletin bu durumu açıkça ilan etmesi düşünülemezdi. Böyle bir plan gerçekten var olsaydı gizli bir şekilde yürütülürdü.  

O dönem Türkiye’nin Belçika Büyükelçisi İsmail Hakkı Musa’ydı. 2011 Ekim’inden 2012 Ekim sonuna kadar Brüksel’de görev yaptı. İşte bu dönem, PKK yöneticilerine karşı suikast söylentilerinin zirve yaptığı dönemdi.  

Gazeteci Ferda Çetin bu dönemi şöyle anlatıyordu: “KCK üst düzey yöneticilerinin büyük bölümü Brüksel’de yaşıyordu. Brüksel’deki merkezde KCK tepe yöneticilerinin öldürülmesi planlandı. Öldürülecekler listesinde en çok Remzi Kartal ve Zübeyir Aydar’ın adları geçiyordu. İskandinav ülkelerinden birinin istihbaratı Kartal ve Aydar’ı uyardı. Onlar da bu bilgiyi Belçika makamlarıyla paylaştılar. 2011 Temmuz’unda İran, Kandil’e saldırdı. Türkiye de İran’a jest olarak İran’daki PJAK’ın Başkanı Heci Ahmedi’yi öldürmeye kalktı. Almanya istihbaratı Ahmedi’yi uyardı” (Ferda Çetin, www.galawej.net) 

Ferda Çetin’e göre İ. Hakkı Musa, F tipinin MİT ve Emniyet imamlarıyla birlikte çalışıyordu. MİT’te Murat Karabulut, Emniyet’te ise Kozanlı Ömer lakaplı Osman Hilmi Özdil. “Fransa’daki Türk hücresi canlandırıldı. Ömer Güney’e görev verildi. Güney, Brüksel’e gidip geliyordu. Suikast girişimi Paris’te yoğunlaşınca İ.Hakkı Musa Büyükelçilik’ten ayrıldı ve MİT Dış İlişkiler Daire Başkanlığı’na atandı.” (aynı yerde) 

Ferda Çetin, Hakan Fidan’ın bu bilgileri Tayyip Erdoğan’a ilettiğini yazdı ve Karabulut’un Özdil’le birlikte 17 Aralık operasyonlarını bizzat yönettiğini ekledi. “Başarılı olamayınca karşıt operasyon korkusuyla 4 Şubat 2014 günü aynı uçakla ABD’ye kaçtılar” (aynı yerde) diye noktayı koydu. 

Avrupa’daki bazı Kürt kökenli yayın organlarına göre, 2012 sonundaki “müzakere” kararından sonra “Remzi Kartal cinayeti” ve diğer suikast planları “donduruldu”. PKK ve MİT yöneticilerine göre, “Herhalde karardan habersiz birileri vurdu Sakine’leri”. Ya da “süreci sabote etmeye çalışan birileri”. Göreceğiz, ileriki aylarda gerek MİT-Hükümet, gerekse PKK yöneticilerinin bu konudaki tek ve ortak açıklamaları “paralel güçler yaptı” şeklinde olacaktı. 

SAKİNE’NİN ZİHNİNİ KEMİREN SORU 

Kritik süreç MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın 2012’nin Ağustos ayında Almanya’nın Berlin kentinde tedavi gören Celal Talabani’ye “geçmiş olsun” ziyaretiyle başladı. Talabani’nin bütün bu “müzakere sürecinde” etkili rol oynadığı biliniyor. Talabani bu rolünü özellikle KYB’nin Ankara Temsilcisi Behruz Galali üzerinden yürütüyordu. 

Hakan Fidan’ın Almanya gezisinden kısa süre sonra MİT-PKK görüşmeleri yeniden başladı. Bu arada PKK adına Sakine Cansız’ın MİT yetkilileriyle Köln’de 2 kez görüştüğünün altını çizelim. Sakine’nin görüşme izlenimlerini arkadaşlarının notlarından öğreniyoruz: “Çok samimi”, “çok sıcak”, “barışçı”, “çok verici” vb... Ancak MİT ile görüşmelerde Sakine’ye aktarılan bir konu Sakine’nin zihnini kemirip duruyordu; “Yeni vizyonumuz İslam bayrağı altında...”.  

Buyurun karar verin: Görüşmelerin hedefi barışa özendirmek mi, yoksa PKK’nın Alevi kökenli önderi üzerinden büyük bir kışkırtma mı? 

Tabii bu görüşmelerin Sakine öldürüldükten sonra MİT tarafından basına, “çok yapıcı”, “karşılıklı anlayış içinde” övgüleriyle servis edildiğini de anımsatalım. 

ÖCALAN’IN DIŞARIYLA BAĞLARI KESİLİYOR 

2011 sonlarına doğru Öcalan MİT tarafından cezaevinde tecrit altına alındı. Dışarıyla bağlantı kurması engellendi. Amaç PKK’yı devre dışı bırakarak, Öcalan’ı doğrudan yönlendirmekti. Öyle ki Öcalan, 2012 yılının Ocak ayında kendisiyle görüşmek isteyen kardeşi Mehmet Öcalan’a “Burası çok hassastır. Görüşe çıkmamız uygun değildir” notu gönderdi ve görüşe çıkmadı. 

Bu süreçte Öcalan ve Hakan Fidan arasındaki bağ da giderek güçlendi. Apo, Fethullahçılarla çatışmasında Hakan Fidan’ın yakın koruması konumundaydı. 

APO İSLAM BAYRAĞI AÇIYOR 

Yeni bölünme sürecinde kritik adım, Hakan Fidan’ın 16 Aralık 2012’de İmralı’da Abdullah Öcalan’la görüşmesinde atıldı. Fidan “İslam bayrağı” altındaki çerçeveyi çizdi. Öcalan’a bu çerçevede Kandil’e, BDP’ye ve Avrupa’ya mektup yazma görevi verildi. Sakine Cansız da mektubu aldıktan sonra Avrupa’daki PKK unsurlarını bilgilendirmekle görevlendirildi. Öcalan 23 Şubat 2013 günkü görüşmede HDP heyetine “mektupları yazıp gönderdiğini” söylüyordu. PKK’nın Avrupa sorumlularının 28 Aralık 2012 günü yaptığı toplantıya Sakine Cansız’la birlikte Zübeyir Aydar ve Remzi Kartal da katıldı. Toplantıda “yeni sürecin desteklenmesi” kararlaştırıldı. Açılım sürecinde Öcalan’ın bütün bu adımları atması, Erdoğan’a yazdığı mektupla mümkün oldu. Ağustos-Eylül 2012 içinde Öcalan’a görüşme kanalının açılmasının ardından Apo’dan Tayyip Erdoğan’a hitap eden bir taahhütname alındı.  

ÖCALAN’IN ERDOĞAN’A TARİHİ MEKTUBU 

Taahhütname, Öcalan’ın istihbarat örgütü üzerinden sürece bağlanması anlamına geliyordu. Zira bütün istihbarat örgütleri bu tür durumlarda önce imzalı belge alır, ondan sonra uygulamaya geçilir. Öcalan’ın bu süreçten “vazgeçmeyeceği” yönündeki kararlılık beyanı, Apo’nun Tayyip Erdoğan ve Hakan Fidan’a bağlılığının belgesi niteliğindedir.  

2.BÖLÜM

SAKİNE CANSIZ: “ÇOK KORKUYORUM”

Öcalan’ın Fidan üzerinden Erdoğan’a bağlılığını bildirmesinin ardından Cansız’ın çevresindeki çember giderek daraldı. Cansız’a yönelik planların merkezinde MİT’in tetikçisi Ömer Güney vardı. 

1978’de Diyarbakır’ın Lice ilçesi Fis köyünde PKK’yı kuranlardan biriydi. Tuncelili, Zaza kökenli, Alevi bir aileden geliyordu. 12 Eylül döneminde hapis yattığı Diyarbakır Cezaevi’nden çıktıktan sonra PKK üst düzeyinde görev yaptı. Abdullah Öcalan’la yıldızı hiç barışmadı. Onu “diktatör olarak görüyordu.” (Arkadaşı, Aysel Çürükkaya, İHA 11 Ocak 2013). “Mücadele etti. Fakat ‘asla ihanetçi olmayacağım’ dedi.” (Aynı yerde) 

Sakine Cansız’ın, “Öcalan’ın emriyle 6 ay hapis yattığını ve iftiralara uğradığını” anlatan Zübeyir Aydar’ın eski eşi Seve Evin Çiçek ise şöyle devam ediyordu: “Abdullah Öcalan bana her türlü psikolojik zulmü yapıyor, yaptırıyor diye bu safları terk etmem. Adımın önüne hain yazamayacaklar’ diyordu Sakine.” 

Askeri alanda başarısız bulunarak görevden alınan Sakine Cansız, 1992 yılında Murat Karayılan tarafından Almanya’ya sorumlu olarak atandı. 

PARİS’TE MİT-GLADYO KUŞATMASI! 

Sorumlu olarak atandı, ancak önderlik tarafından siyasal alanda etkisizleştirildi. Buna rağmen Avrupa örgütlerinde adımlar attı. Yanı sıra, zaman içinde en “ağır” işlere yöneldi. Özellikle PKK’nın finansman, silah ve mühimmat alanlarında yoğunlaştı. “Tehlikeli işler söz konusu olduğunda hep Sakine ileri sürülmüştür.” (PKK kurucularından Baki Karer / Bugün; 13 Ocak 2013) Karer şöyle devam eder: “Büyük miktarda para taşıma veya transfer işleri söz konusu olduğunda hep Sakine kullanılmıştır. Paranın kaynağı tartışma konusudur. Tehlikeli görev oluşu da buradan kaynaklanmaktadır.” (Aynı yerde) 

Sakine Cansız’ın bu “tehlikeli işlerde” parlaması, bir süre sonra ABD Büyükelçiliği’nin yazışmalarına da konu olur. WikiLeaks belgelerinde yer alan ABD Büyükelçisi Ross Wilson’un Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiği 7 Aralık 2007 tarihli kriptoda, “Avrupa’dan PKK’ya para akışının kesilmesi için, Sakine Cansız ve Rıza Altun’a özel olarak odaklanılması gerektiği” belirtiliyordu. Kriptoda Sakine Cansız şöyle tanımlanıyordu: “Sakine Cansız PKK-KGK’nın finansörü, silahçısı ve taktik stratejistidir. Cansız ve Altun’un tutuklanmaları ve yargılanmaları PKK faaliyetlerini sınırlayacaktır.”  

KABUS DOLU GÜNLER BAŞLIYOR  

Türkiye’deki KCK operasyonlarına paralel olarak, Avrupa’da da PKK’nın yönetimi dahil her kademesine MİT’çiler yerleşti. Zaten 2009’dan sonra Oslo’da “diyalog süreci” adı verilen MİT’le ortak bir çalışma başlatılmıştı. Sakine Cansız, “Hakan Fidan’ın da katıldığı Oslo’daki MİT-PKK görüşmelerinde iki kez yer aldı. 1. Oslo ve 4. Oslo görüşmeleri.” (Yeni Şafak; 12 Ocak 2013) 

“2012’nin Ekim, Kasım, Aralık ayları Sakine için kabus gibi geçti. Yakın çevresine çok rahatsız olduğunu ve korktuğunu söylüyordu. Sakine Cansız’ın kardeşi Metin Cansız, Sakine’nin ve onunla birlikte öldürülen Fidan Doğan’ın son günlerini anlatırken, “Son zamanlarda çevresine korktuğunu söylüyor” diyordu. “ (Hürriyet, 9 Ocak 2014) 

Tehditler artık açık bir hal almıştı. Yazılanlara göre, “Sakine Cansız; Rıza Altun ve Mustafa Karasu tarafından etkisizleştirilmek istendi. Sakine bu kişilerin MİT’le bağlantılı olduğunu söylüyordu. Karasu da, ‘Sakine’nin hezeyanlar içinde olduğunu’ belirtiyordu. Karasu, Cansız’a, Ekim 2012’de sert bir mesaj gönderdi: ‘Çok konuşmasın. Yoksa Ahmet Kaya’nın yanında kendine güzel bir yer belirlesin. Biz onun için Lili türküsünü söyleriz” (Rızgari Online, 21 Ocak 2014). Bilenler, bu “Lili türküsü” ifadesiyle, 19. sırasında Sakine Cansız’ın “Lili Marleen” şeklinde kodlandığı MİT kaynaklı 30 kişilik ölüm listesinin hatırlatıldığını hemen anladılar.

İlginç bir not: 2. Dünya Savaşı’nda ünlenen Alman şarkıcısının gerçek adı “Lambanın altındaki kız”dı. “Lili Marleen”le de operasyonun hedefinin kadın olduğu vurgulanıyordu. 

Daha önce başka bir tehdit de örgütün “kasası” olarak tanınan Zübeyir Yılmaz’dan gelmişti. Sakine, Zübeyir Yılmaz ve PKK’nın silahlı kanadını yöneten Bahoz Erdal’la geçinemiyordu. Bahoz’la arası 2008’den beri açıktı. Zübeyir Yılmaz, Sakine’yi derneğe çağırdı ve tehdit etti: “Bahoz’a bir daha laf edersen, dilini koparırım senin.” (Hürriyet, 6 Kasım 2008) 

KANDİL’E GİTMEYE KARAR VERDİ 

Abdullah Öcalan’ın Avrupa’daki PKK yöneticilerine yazdığı mektupları okuduktan sonra Sakine Cansız kararını verdi. PKK içinde “Dersimliler”i zor günler bekliyordu. PKK içinde Tunceli bölgesindeki Zaza Kürtler kendilerini “Dersimliler” olarak tanıtıyordu. PKK’da Dersimliler-Urfalılar çelişmesi hep oldu. Yeni süreçle birlikte bu çelişme de tırmandı. Sakine Cansız PKK’lıların deyişiyle “dağa dönmeye” karar verdi. 

Böylece Sakine Cansız öncelikle PKK içinde Alevileri baskı altına alan sürece bir tepki göstermiş olacaktı. “Dağa çıkan Sakine” bu tavırla örgüt içindeki ağırlığını artıracak ve müzakere sürecini etkileme şansı yakalayacaktı. Öldürüldükten sonra ilk olarak PKK üst düzey isimlerden Sozdar Avesta açıkladı Sakine’nin bu kararını: “Sakine Cansız birkaç gün içinde dağa dönecekti. İşlemlerini yapmak için Fransa’daydı.” (ANF, 22 Ocak 2013) Daha sonra Murat Karayılan iki ayrı yerde açıkladı: “Öldürülmeseydi Kandil’e gelecekti bu süreç için... Cinayetten sonra Avrupa ülkelerinin tutumu düşündürücü.” (M. Karayılan’dan CNN Türk’ten Şirin Payzın’a açıklama; 26 Nisan 2013) “Sakine Kandil’e gitmek üzereyken öldürüldü. Öcalan da Sakine’nin Kandil’e gelmek üzere olduğunu biliyordu. MİT heyeti ona söylemişti.” (M. Karayılan’dan Milliyet’ten Aslı Aydıntaşbaş’a açıklama; 27 Nisan 2013) 

Görüyor musunuz, MİT ve Öcalan, Sakine Cansız’ı nasıl adım adım izliyor.  

SAKİNE CANSIZ’IN ŞOFÖRÜ 

3 Ocak 2013 günü Mardin Milletvekili Ahmet Türk ve BDP Batman Milletvekili Ayla Akat Ata, Abdullah Öcalan’la görüştüler. Böylece Öcalan’la açık müzakere süreci, diğer bir deyişle bölünme süreci başladı. 

Sakine Cansız, Kandil’e gitmek için gerekli pasaport işlemlerini yaptırmak üzere 6 Ocak 2013 günü Paris’e geldi. Bu işlemleri daha önce tanışmış olduğu PKK kadrolarından Ömer Güney’le birlikte gerçekleştirdi. Sivas doğumlu Ömer Güney iki yıl önce Fransa Kürt Dernekleri Federasyonu’na üye olmuştu ve SakineCansız’ın Paris’te şoförlüğünü yapıyordu. Girişkendi, iyi Fransızca biliyordu.  

Ve cinayetten bir gün önce... Sakine Cansız Kürt Derneği’nin bitişiğindeki kafede arkadaşlarıyla sohbet ediyor. Bütün istihbarat kaynakları sonradan çok keyifli ve neşeli olduğunu servis ediyorlar, gerçekte ise çok kaygılı ve karamsar. 

MİT İÇİN ÇEKİLEN FOTOLAR 

Aynı saatlerde Ömer Güney ise ilginç bir görevi yerine getiriyor: “Ömer Güney cinayetten bir gün önce Villiers-le-Bel’deki bir Kürt derneğine girdi. 329 üyenin kayıtlarının fotoğraflarını çekti. Ömer Güney yakalandıktan sonra savcılığa bu işle ilgili talimatı adını vermediği üst düzey bir PKK yetkilisinden aldığını söyledi. Fotoğrafları Paris çevresinde adını hatırlamadığı bir PKK sempatizanına verdi. Münih çevresinde Alman polisinin görüştüğü Ömer’in arkadaşları, MHP’ye yakın bir aşırı sağcı olduğunu söylediler. Türkiye’ye sık sık yolculuk yapıyor. Beş ayrı telefon kullanıyor.” (L’Expresse, 23 Aralık 2013) 

Sakine Cansız ve arkadaşlarının katil zanlısı olarak yakalanan bir şahıstan söz ediyoruz. Ömer Güney hem PKK üyesi, hem de “MHP’ye yakın” olarak tanınıyor. Cinayetten bir yıl sonra ortaya çıkan belgelerden MİT’le ilişkisi de aşağı yukarı kanıtlandı. Kürt derneğindeki kayıtları saptama işinin de PKK’yla bir ilgisi olamaz. Zira zaten PKK’nın elinde olan fotoğrafları PKK yöneticileri neden Ömer Güney’den gizlice çekmesini istesin ki? Ömer Güney’in belgeleri MİT’e teslim ettiği ortada. Daha önemlisi, cinayetten bir gün önce Ömer Güney’in MİT ve istihbarat örgütleri tarafından sınava çekildiği ve gözden çıkartıldığı anlaşılıyor.  

VE O GÜN... 

9 Ocak günü Kürdistan Ulusal Kongresi Paris Temsilcisi Fidan Doğan Ömer Güney’i arayarak, Sakine Cansız’ı Kürdistan Enformasyon Bürosu’na getirmesini söyledi. Sonra 3 arkadaş, Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Söylemez büroda buluştu. Bu arada Fidan Doğan’ın da PKK’nın ileri kadrolarından olduğunu vurgulayalım. Doğan, Avrupa’da etkin ve tanınan bir isimdi, devletler düzeyinde çalışma yürütüyordu. Fransa Cumhurbaşkanı Hollande bile cinayetten sonra kendisini iyi tanıdığını açıklamıştı. Leyla Söylemez ise Kürdistan Ulusal Kongresi’nin genç bir üyesiydi. Sonrasını Paris Cumhuriyet Savcısı François Molins’e bırakalım: “Ömer Güney, Sakine Cansız’la cinayetin işlendiği yere geldi. Sonra ayrıldı. 20 dakika sonra tekrar geldiğinde cinayeti işledi.”  

Molins, Güney’in cinayetten bir gün önce Sakine Cansız adına 1000 Euro çektiğini ve üst aramasında 930 Euro bulunduğunu da açıkladı. “Güney cinayeti itiraf etmedi. Ama çantasında barut izi bulundu” dedi. Fransız Savcılığı zanlının güvenlik kameralarından tespit edildiğini de açıkladı. 

Ömer Güney, cinayeti itiraf etmiyor ama bir yandan da kameraların önünde göstere göstere işliyor. Bu cinayet her yönüyle, hazırlanışıyla, işlenişiyle, tarafların açıklamalarıyla vb. istihbarat örgütlerinin en şeffaf (!) eylemlerinden biri olarak tarihe geçecek. 

TERTİBİ KARARTAN AÇIKLAMALAR 

İlk tepkiler hep, “PKK’da iç hesaplaşma” yönünde oldu. Başbakan Tayyip Erdoğan: “İç hesaplaşma olabilir.” 

AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik: “PKK’nın içinde hesaplaşma gibi görünüyor. Süreci sabote etmeye yönelik bu ve benzeri şeyler olabilir.” 

AKP Genel Başkan Yardımcısı M. Ali Şahin: “İki, üç ay önce biz Avrupa makamlarından Sakine Cansız’ın tutuklanarak iadesini istedik. Ama yapmadılar, iade etmediler. Sonunda bu olay oldu. Herkes sonunu gördü... Almanya’da da benzeri olabilir.” 

M. Ali Şahin’inki tam bir itiraf. Bir tek “Biz yaptık” demiyor. İleriki aylarda ise, bu sözler unutuldu. Abdullah Öcalan dahil hepsinin açıklamalarında “Paralel yapı”, “Cemaat” suçlanıyordu. 

KESKİN NİŞANCININ MOSKOVA’DAKİ MARİFETİ 

Paris cinayetinden bir hafta sonra 16 Ocak 2013 günü Moskova’da da ilginç bir cinayete tanık olduk. Mafya lideri Ded Hasan lakaplı Aslan Usoyan keskin nişancı atışıyla öldürüldü. Yabancı basın, “Moskova’da Ded Hasan’ın öldürülmesinin, Paris’te üç PKK’lı kadının öldürülmesi ile irtibatlı olduğunu” belirtiyordu.

Örneğin, İtalyan Corriere Della Sera gazetesi şöyle yazıyordu. “Ded Hasan PKK’ya silah temin ediyordu. PKK eğer Kalaşnikof ya da rokete ihtiyacı olursa, bunu Ded Hasan’a iletiyordu. O da bunları nakit ya da uyuşturucu karşılığında temin ediyordu.” 

Ded Hasan üzerinden kurulan ilişkide Sakine Cansız’ın da rolü vardı. Bu noktada WikiLeaks belgelerindeki Sakin’e Cansız’ı tekrar hatırlayalım: “PKK’nın finansörü ve silahçısı”. 

ALEVİLERDEN SESLER 

Sakine Cansız cinayetinden sonra PKK saflarından, özellikle Alevi kesimden yükselen sesler her şeyi anlatmaya yetiyordu. “Kulağımıza gelmişti, duymuştuk”, “bekliyorduk”, “hesabı sorulacak”, “intikam” vb. Olayın kendisi başlı başına bir kışkırtmaydı. Sonrasında ise, o merkez tarafından kutuplaşma ve bölünme derinleştiriliyordu. 

İlginçtir, o güne kadar bu konuda hiçbir konuşmasına rastlamadığımız, örneğin Tuncelili Bese Hozat, RojTV’ye şöyle diyordu. “PKK kültürümüzü ve dilimizi asimile ediyor.” (2 Şubat 2013) Bese Hozat sorulan bir soru üzerine, “PKK saflarına katıldıktan sonra ana dili olan Zazacayı unuttuğunu ve Kürtçe konuşmaya başladığını” söylüyordu. 

Gazete Çıla’ya konuşan Tuncelili bazı PKK’lılar ise durumlarını şöyle anlatıyorlardı: “Örgüt içinde Dersim dili kullanılmaz. Zazaca konuşanları örgüt özellikle birbirinden uzak tutar. Kürt milli bayramları kutlanırken, Alevilerin bayramları kutlanmaz. PKK’da Dersimliler üvey evlat muamelesi görür. Şerafettin Halis, BDP’deki Aleviler için ‘Biyolojik Alevidirler’ demişti. Durumu tarif eden manzara budur. Biz biyolojik Dersimliyiz. Bir Dersimli anne babadan doğmak dışında, Dersimlilikle hiçbir ilgimiz yoktur. Gönüllü asimilasyonun militanları haline getirildik.” 

PKK kendi içinde, kendi dışında her zaman ve her yerde bölücü. Bölebildiğin kadar böleceksin, un ufak edeceksin! Alevi tepkileri yükselince Bese Hozat’ı KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanlığı’na getirdiler. 

SUİKASTA GİDEN SÜREÇ NASIL BAŞLADI? 

Yazı dizimizin birinci bölümünde Sakine Cansız cinayetine giden yolda taşların nasıl döşendiğini anlattık. 7 Şubat 2012 tarihinde “MİT-KCK işbirliği” suçlamasıyla Hakan Fidan’a gözaltı kararının verilmesinin ardından Cansız suikastına giden süreç de başlamış oldu. PKK, içeride KCK operasyonları, yurtdışında ise “ölüm listeleri” tehdidiyle sıkıştırma operasyonuna tabi tutuldu. Öcalan da İmralı Cezaevi’nde tecride alınarak MİT açısından doğrudan yönlendirilebilir konuma getirildi. Bu çerçevede Öcalan, kendisine MİT tarafından sunulan açılım talimatlarını PKK kadrolarına iletti. Tüm bunlar olurken Tuncelili SakineCansız’ın zihnini bir soru kemirip duruyordu: PKK için oluşturulan yeni vizyon! Abdullah Öcalan’ın ağzından Nevruz’da ilan edilen “yeni vizyon” artık “İslam bayrağı altında” olacaktı. “İslam bayrağı altında birleşme” adımı, Aralık 2012’de MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın Öcalan’la görüşmesinde atılmıştı. Öcalan, Hakan Fidan’a yönelik operasyon sırasında İmralı Cezaevi müdürüne ulaşarak, şu sözleri söylemişti: Hakan beyi yalnız bırakmamak gerekir! 

ZAMAN DİZİNİ 

Nisan 2009: İlk KCK operasyonları başlatıldı. 2011’e doğru KCK operasyonları doruk noktasına çıktı.  

- 5 Ağustos 2009: Açılım süreci bakımından ilk kritik toplantılardan biri gerçekleşti. Dönemin başbakanı Erdoğan, DTP eşbaşkanları Ahmet Türk ve Emine Ayna ile bir araya geldi.  
- 19 Ekim 2009: Açılım kapsamında Kandil ve Irak’taki Mahmur Kampı’ndan gelen 34 PKK’lı Habur’dan giriş yaptı. PKK’lılara yönelik karşılama ve “çadır mahkemesi” kamuoyunda büyük tepki topladı. 
- 11 Eylül 2011: MİT ile PKK yöneticileri arasında Oslo’da yürütülen görüşmelerin ses kaydı sızdırıldı. Görüşmelerde Erdoğan’ın temsilcisi sıfatıyla Hakan Fidan da yer alıyordu.  
- Ekim 2011: Daha sonra MİT’in Dış İstihbarattan Sorumlu Müsteşar Yardımcısı olarak atanan İsmail Hakkı Musa, Türkiye’nin Belçika Büyükelçisi olarak göreve başladı. Bu dönemde PKK’nın Avrupa’daki yöneticilerine yönelik “ölüm listeleri” dolaşıma sokuldu. 
- Ocak 2012: Öcalan kendisiyle görüşmeye gelen kardeşi Mehmet Öcalan’a “Burası çok hassastır. Görüşe çıkmamız uygun değildir” notu gönderdi ve görüşe çıkmadı. Bu sözler 2011 sonlarına doğru Öcalan üzerinde başlayan tecridin itirafı niteliğindeydi.  
- 7 Şubat 2012: Savcı Sadrettin Sarıkaya, “MİT-KCK işbirliği” suçlamasıyla Hakan Fidan’ı gözaltına almak istedi. 
- Ağustos 2012: Hakan Fidan, Almanya’nın Berlin kentinde tedavi gören Celal Talabani’ye “geçmiş olsun” ziyaretinde bulundu. Görüşme, açılımı yeniden başlatma hamlesiydi.  
- 16 Aralık 2012: MİT Müsteşarı Hakan Fidan, İmralı’da Abdullah Öcalan ile görüştü. Görüşmede Fidan, Öcalan’a, “İslam bayrağı altında” yürütülecek açılım sürecinin çerçevesini çizdi.  
- 2012 son ayları: Öcalan, Tayyip Erdoğan’a mektup gönderdi. Bir tür “ta- ahhütname” anlamına gelen mektupla birlikte Öcalan, Erdoğan’a bağlılığını bildiriyordu.  
- 3 Ocak 2013: Mardin Milletvekili Ahmet Türk ve BDP Batman Milletvekili Ayla Akat Ata, Abdullah Öcalan’la görüştüler. Böylece Öcalan’la açık müzakere süreci, diğer bir deyişle bölünme süreci başladı. 
- 6 Ocak 2013: Sakine Cansız, Kandil’e gitmek için gerekli pasaport işlemlerini tamamlamak için Paris’e geldi. Cansız’a Ömer Güney eşlik etti.  
- 8 Ocak 2013: Ömer Güney, Villiers-le-Bel’deki bir Kürt Derneği’ne girerek derneğe kayıtlı üyelerin bilgilerini fotoğrafladı.  
- 9 Ocak 2013: Sakine Cansız ve iki arkadaşı Fidan Doğan ve Leyla Söylemez Paris’te suikasta uğradı. 
- 11 Ocak 2013: Devlet heyeti İmralı’da Abdullah Öcalan’la 4 saat görüştü. Görüşmenin gündeminde 2 gün önce gerçekleşen Sakine Cansız cinayeti de vardı. 
- 16 Ocak 2013: Mafya lideri Ded Hasan lakaplı Aslan Usoyan Moskova’da keskin nişancı atışıyla öldürüldü. Usoyan’ın PKK’ya silah sağlayan kişi olduğu ve ölümünün Cansız cinayetiyle doğrudan ilişkisi olduğu belirtildi.  
- 12 Ocak 2014: Ömer Güney’in 2 MİT mensubu ile yaptığı görüşmenin ses kaydı internete sızdı. Kayıtta Güney, Cansız’ın da aralarında bulunduğu PKK’lılara ilişkin cinayet planlarını anlatıyordu.  
- 14 Ocak 2014: Sakine Cansız suikastı için MİT tarafından “Ömer Güney’e verilen görev emri” olarak gösterilen belge internette yayınlandı. MİT, belgenin sahte olduğunu açıkladı.  
- 28 Şubat 2015: AKP’nin PKK ile yürüttüğü açılımda kritik bir hamle daha yapıldı. Dolmabahçe’de 10 maddelik mutabakat açıklandı. 

3.BÖLÜM
ABDULLAH ÖCALAN: “MİT’E GÜVENİYORUM”

Apo, Sakine Cansız cinayetinden 2 gün sonra İmralı’da MİT yetkilileriyle bir araya geldi. Apo, Hakan Fidan ile işbirliğini gizleme çabasını ortaya koyarcasına Paris suikastında Avrupa Kontrgerillasını işaret etti 

Sakine Cansız ve arkadaşları, 9 Ocak 2013 günü Paris’te öldürüldü.  

2 gün sonra, 11 Ocak 2013 günü MİT heyeti İmralı’da Abdullah Öcalan’la 4 saat görüştü. Bu bilgiyi, 13 Ocak 2013 günü Abdullah Öcalan’la görüşen kardeşi Mehmet Öcalan’dan öğreniyoruz. (Hüseyin Yayman, Hürriyet, 16 Ocak 2013)  

Mehmet Öcalan, Apo’nun söylediklerini aktarmaya devam ediyor: “MİT’in başlattığı süreç samimi, MİT’e güveniyorum. Sakine suikastını gerçekleştiren güçlerle MİT Müsteşarı Hakan Fidan’a yönelik soruşturmanın arkasındaki güçler aynı. Abdullah Öcalan suikastın Avrupa Kontrgerillası tarafından işlendiğini söyledi.” (Aynı yerde) 

Böylece Öcalan’ın bir kez daha MİT’i ve Hakan Fidan’ı aklama çabasına tanık oluyoruz. Hem de suikasttan sadece 2 gün sonra!  

SES KAYDI: MİT KANITLANDI 

Cinayetten bir yıl sonra 12 Ocak 2014 günü internete bir ses kaydı sızdırıldı. Kayıtta; tetikçi, Türk istihbaratından 2 kişiyle cinayet planlarını konuşuyordu.  

Önce ailece MİT bağlantıları olduğunu anlatan tetikçi, MİT’in verdiği kriptolu telefondan, Paris’teki faaliyetlerinden, hedeflerinin nasıl yok edileceğinden, bunun için gerekli para ve silahtan söz ediyordu... 2 yetkiliyle kaçma, kurtulma yolları üzerinde duruyordu.  

Tetikçi, cinayet için kullanacağı silahı Belçika üzerinden temin etmenin hesaplarını yapıyordu. Kayıttaki sesin Ömer Güney’e ait olduğu, onu tanıyanlar tarafından doğrulandı. Daha sonra soruşturma tutanaklarına da bu şekilde girdi. 

Ses kaydında geçen bilgilerin hepsi doğruydu. Ve gerçekten Ömer Güney tarafından kaydedilmişti. Güney, belgeyi Devrimci Karargah Örgütü’nde de adı geçen MİT’çi arkadaşı Murat Şahin’e vermişti. Murat Şahin’in Devrimci Karargah Örgütü içinde MİT tarafından kullanıldığı, söz konusu örgütün merkezinde olduğu davada ortaya çıktı. Güney bir yıl boyunca MİT tarafından aranmadığını, dolayısıyla silindiğini düşünerek bu ses kaydının yayılmasını istedi Murat Şahin’den...  

Bu arada Murat Şahin’in Nuce TV’de bir programda Ömer Güney’in MİT ilişkisini açıkladığını da vurgulayalım: “Ankara’da Teyze kod adlı MİT’çi bana 2011 Mayıs’ında Ömer Güney’in fotoğraflarını göstermişti.” 

Kayıtta Ömer Güney’le 2 MİT’çi arasındaki konuşmada suikast sıralamasında 4 isim geçiyordu.  

1 numara Nedim Sever’di.  

2 numara Şiyar (KongraGel Başkanı),  

3 numara Heval Soro,  

4 numara ise Remzi Kartal’dı. Güney, Sakine’nin adı geçince “O kolay” diyordu. 

MİT BELGESİ ORTAYA ÇIKTI 

Ses kaydının ortaya çıkmasından 2 gün sonra, 14 Ocak 2014 günü yine internette bu kez, Sakine Cansız suikastı için Ömer Güney’e verilen görev emrinin belgesi yayınlandı. Belgenin MİT kaynaklı olduğu açıktı. Şube Müdürü O. Yüret, Daire Başkanı U.K. Ayık, Başkan Yardımcısı S. Asal ve Başkan H. Özcan adlı MİT yetkililerinin imzasını taşıyan belgede tetikçi Ömer Güney’e “olası harcamalar” için 6 bin Euro gönderildiği ve Sakine Cansız’a yönelik suikast için talimatlandırıldığı kaydediliyordu. 

Belgenin MİT’te hazırlandığına kuşku yoktu. Ancak belge düzmeceydi, kanıtlandı. Besbelli ki, 2 gün önce ortaya çıkan Ömer Güney’in gerçek belgesini örtmek ve sulandırmak için imal edilmişti. MİT bu sahte belgeyle Ömer Güney hakkında çıkan diğer ses kayıtları ve ifadelerin üzerini örtme amacını taşıyordu.  

İ. HAKKI MUSA PARLATILIYOR 

İ. Hakkı Musa, Belçika Büyükelçiliği’nden alındıktan sonra, önce MİT Dış İlişkiler Daire Başkanlığı’na, sonra da Müsteşar Yardımcılığı’na getirildi. Hakan Fidan’ın milletvekili olma gerekçesiyle müsteşarlığı bırakıp Davutoğlu cephesine geçmesinden sonra, onun yerine vekaleten İ. Hakkı Musa getirilmişti.  

Tayyip Erdoğan, Hakan Fidan’ın müsteşarlığı bırakmasına önce büyük tepki gösterdi. Daha sonra Katar buluşmasında Fidan’ın önüne dosyaları koydu. Dosyaların başında Sakine Cansız cinayeti vardı. Tabii bu olay basına “Tayyip Erdoğan, Fidan’a ‘Dosyaları kapatmadan nereye gidiyorsun’ dedi” sözleriyle yansıdı. İşin gerçeği, Hakan Fidan müsteşarlığa dönmesine rağmen, hala Tayyip Erdoğan tarafından atanmadı.  

Bu arada İsmail Hakkı Musa’nın medyada olağanüstü parlatıldığının da altını çizelim. “Musul Kahramanı İ. Hakkı Musa!” IŞİD’in Musul’da Başkonsolosluğumuzu basıp 49 görevliyi rehin almasından sonra, MİT Özel Operasyon Dairesi, İ. Hakkı Musa’nın talimatıyla IŞİD yöneticilerini kaçırdı. Karşılığında Musul’daki 49 rehinenin serbest bırakılmasını istedi. Kabul edildi ve rehineler Türkiye’ye döndü. Bu olay Ankara’da birçok kamu kurumunda MİT dış operasyon yeteneğinin zaferi olarak konuşuluyor ve İ. Hakkı Musa MİT Müsteşarlığı’na hazırlanıyor. 

PKK’DA ÖRGÜT İÇİ İNFAZLAR: "CANSIZ CİNAYETİ İLK DEĞİL" 

PKK kurulduğundan beri örgüt içindeki birçok infaz bizzat Öcalan’ın emriyle gerçekleşti. “Türkiye Solu ve PKK” başlığını taşıyan kitabında Doğu Perinçek, PKK içindeki infazları görgü tanıklarının ifadelerine başvurarak şöyle anlatıyor: 

“PKK’nın ikinci liderlik sırrını 1990’lı yılların başında Abdullah Öcalan’ın Özel Kuvvetler Komutanı Abdurrahman Kayıkçı’nın anlatımından öğreniyoruz. Bu anlatımlar Ulusal Kanal arşivinde görüntülü olarak bulunuyor. Öcalan, Abdurrahman Kayıkçı’ya Suriye’den Kuzey Irak’a geçip orada Merkez Komitesi Üyesi Mehmet Şener’i infaz etme görevi veriyor. Kayıkçı, yeteri kadar silahlı adamla Kuzey Irak’a geçiyor. Fakat Mehmet Şener kendisinin Diyarbakır Cezaevi’nden ranza arkadaşıdır; yıllarca birlikte hapis yatmışlardır. Vicdanı arkadaşını öldürmeye elvermiyor. PKK’nın Kuzey Irak’taki diğer liderlerini yoklayarak bir çözüm üretmeye çabalıyor. Ancak hemen hepsi daha önce aynı tecrübeleri yaşamış ve örgüt içi infazlarda görev yapmışlardır. Kayıkçı, 2-3 günlük çabadan sonra bir tek örgütün etkili önderlerinden Sarı Baran’ı ikna ediyor ve Mehmet Şener’le birlikte PKK’nın hapishanesinde olan 100’ün üzerinde militanı da kurtararak örgütten ayrılıyorlar ve PKK-Vejin adlı örgütü kuruyorlar.  

Abdurrahman Kayıkçı’nın söylediği şudur: “Ben arkadaşını infaz emrini yerine getirmeyen tek PKK yetkilisiyim. PKK’nın Özel Kuvvetler Komutanı olarak Apo’dan sonraki en güçlü adamdım. Ama o emri yerine getirmedim, getiremezdim. Ve arkadaş katili olduktan sonra vicdan kalmıyor, başın eğiliyor, kendine saygın da kalmıyor, onurunu kaybediyorsun.” 

PKK içinde Öcalan’ın emriyle infaz edilenlerin önemli bir kısmının Alevi kökenli olması da dikkat çekici. İşte o infaz listesinden bazı isimler:  

Mehmet Karasungur, Abdullah Kumral (Yusuf Hoca), Enver Ata, Resul Altınok (Davut), Çetin Güngör (Semir), Abdullah Ekinci, Halil Kaya (Kör Cemal), Mahmut Bilgili (Avukat), Dr. Lamia Baksi (Dr. Necla), Mehmet Tunç, Dilaver Yıldırım (Haydar), Saime Aşkın (Delal), Bircan Yıldız (Dersimli Ayşe), Şahin Baliç (Metin), Piranlı Zeki Yiğit, Mehmet Çimen, Mehmet Şener...

4.BÖLÜM
AKP-PKK kOROSU: “KATİL CEMAAT”

Sakine Cansız’ın esrarengiz bir şekilde öldürülmesinin ardından Abdullah Öcalan, Hakan Fidan’ın cinayetteki rolünü örtme arayışına girdi. Kısa bir süre sonra ise hem Tayyip Erdoğan hem de Öcalan cinayetin cemaat tarafından işlendiğini belirten açıklamalar yaptı. 

AKP yetkililerinin cinayetle ilgili “PKK içi hesaplaşma”, PKK yöneticilerinin de “Devlet yaptı”, “Kontrgerilla” söylemleri bir kaç gün içinde değişti. Burada da Abdullah Öcalan ön aldı. Tayyip Erdoğan’lardan çok önce ve cinayetten hemen sonra MİT’i ve Hakan Fidan’ı aklayan açıklamalar yaptı.

Ömer Güney’in cinayetteki rolü ve MİT ilişkisi netleştikten, Erdoğan-Fethullah kavgası derinleştikten sonra ise, AKP-PKK yöneticileri koro halinde Cemaati suçlamaya giriştiler. 

Örneğin Erdoğan 9 Mart 2014 günü Urfa’da yaptığı konuşmada şöyle diyordu: “Şimdi bakın, biz bu sorunu çözmek için, annelerin gözyaşlarını dindirmek için samimi mücadele verirken, önce Oslo sürecini sabote ettiler. Arkasından MİT Müsteşarımızı tutuklamak, devre dışı bırakmak istediler. Paris’te suikastlar yaptılar. Süreci bozmak istediler. İşte en son 17 Aralık ve 25 Aralık darbe girişimiyle çözüm sürecine saldırdılar.” 

Abdullah Öcalan ise, olaydan hemen sonra görüştüğü BDP’li vekillere şu açıklamayı yapıyordu: “...Sakine’yi vurmuşlar. Çok karanlık bir olay. Ömer Güney Çankaya’da büro tutmuş. MİT kaynaklı diyorlar. Mümkün değil, ama düşüneceksin. Milyonda bir de olsa düşüneyim, MİT var mı? MİT de şaşırdı. Demek ki, darbe hala devam ediyor.” (Öcalan’ın Pervin Buldan, Sırrı Süreyya Önder ve Altan Tan’la görüşmesi; 23 Şubat 2013) Bu görüşmeyi bir MİT görevlisinin izlediğini de anımsatalım.  

Sözümona “müzakerenin” bir tarafı tam bir esir. Konuşurken “gardiyan” elinde sopa tepesinde duruyor. O “gardiyanın” da ne kadar hür, ne kadar esir olduğu ayrı bir tartışma konusu. Yine de özetle “esirler muhabbeti” diyebiliriz. Hepsi kendisine verilen rolü oynuyor.  

ÖCALAN: "ERDOĞAN İÇİN DEVREYE GİRDİM" 

Öcalan aynı görüşmede şöyle devam ediyor: “Başbakan ‘PKK’yi bitireceğiz’ dedi. On bin kişiyi içeri aldılar. (KCK Operasyonları) Bu güç MİT’e darbe planladı. Ben hemen devreye girdim. ‘Bu darbedir’ dedim. Tayyip Erdoğan MİT’e darbe yapılınca sıranın kendisine geleceğini anladı. Vatana ihanet suçundan tutuklanacaktı. Yeni darbe Brüksel ve ABD’de planlanıyor. Türk-Kürt ilişkilerinin yeniden tanımlanması işlerine gelmiyor. CHP ve MHP de paralel devletin izdüşümleridir. Emre Uslu, Mehmet Baransu MİT’i hedef aldılar. Arkalarında devasa güç var. Florida Kontrgerillanın merkezidir. Sakine bu tür grupların işidir.” (Aynı yerde.) 

Cemil Bayık 14 Mart 2015’te kendisiyle söyleşi yapan Cumhuriyet’ten Ahmet Şık’a şöyle diyordu: “Paris suikasti bir tek gücün yaptığı katliam değil. Bir çok güç denklemin içinde. Önder Apo’yu kim İmralı’ya getirdiyse, onlar bu işin içinde. Çözüm süreci başlamadan önü kesilmek istendi. Önder Apo’nun Nevruz’da açıklamalar yapacağına dair bilgiler vardı. Bunu engellemek için...MİT, ‘Cinayet bizim tarafımızdan işlenmiştir, bunu inkar etmiyoruz’ dedi. MİT içinde bazı kanatların olduğu ve onların yaptığı söylendi. Hakan Fidan öyle söyledi. Fidan, ‘bizim resmi kağıtlarımız kullanılmış’ dedi. ‘Kurum içinde kurum teknolojisiyle üretilmiş belgeler var’ dedi. ‘Ama’ dedi, ‘Biz yapmadık. MİT içinde Cemaatçılar, Ulusalcılar var, onlar yaptı’ dedi. Cemaatçıları suçladı. Ömer Güney’in arkasında bir çok güç var. Ama bizim tarafımızdan biliniyor. Bizim açımızdan failler belli.” 

Bayık, 13 Kasım 2014 günü Yeni Özgür Politika’dan Günay Aslan’a da şöyle demişti: “Alperen Ocakları Cemaat’ın vurucu gücü. Türkiye’nin yanı sıra, Fransa ve Almanya istihbaratı da işin içinde.” Bayık, Ömer Güney’in BBP üyesi olduğuna dikkat çekmiş ve “12 Eylül öncesi Ülkü Ocakları nasıl MHP’nin vurucu gücüyse, bugün Alperen Ocakları da derin devletin ve Cemaat’ın vurucu gücüdür” demişti.  

Zübeyir Aydar 15 Ocak 2013’te Fırat Haber Ajansı’na yaptığı açıklamada “Yeşil Gladyo”yu suçluyordu. Duran Kalkan ise, 6 Ocak 2014’te, “Paris katliamı ve diğerlerinin sorumlusu olarak, önder Apo paralel devleti suçladı” diyordu.  

Murat Karayılan “Yeşil Ergenekon” derken, Ahmet Türk 16 Ocak 2013’te İran’ı suçluyordu: “Tahminim İran yaptı. Bu kez ben devlet olduğunu düşünmüyorum. Türkiye’nin bölgede tek başına uluslararası güç olmasını istemeyen uluslararası güçler söz konusu olabilir. Türkiye’nin Kürt Sorununu çözmesi, bölgede tek güç olmasını sağlar. Bu nedenle İran yapmış olabilir.”  

En sonunda Bese Hozat da, “Ömer Güney’in Cemaat’in en aktif kadrolarından biri olduğunu” söyledi ve şöyle devam etti: “Ömer Güney hareketimize bir sızmaydı. AKP de, Cemaat da bu işin içindedir.” (22 Ocak 2014) 

‘CİNAYET AKP-PKK ORTAKLIĞIYLA’ 

Bir de az sayıda da olsa cinayetin AKP-PKK ortaklığıyla işlendiğini savunanlar vardı. Örneğin Selim Çürükkaya, “Apo, AKP’nin dediğini yapıyor. Bu süreç bunun ürünüdür” diyordu.  

Rızgari Online yazarı Yaşar Karadoğan ise, “Bu katliamın Öcalan’ın egemenliğinin baki kılınması ve PKK yöneticilerine mesaj vermek için, derin devlet ve PKK tarafından planlanan ortak bir operasyon olduğunu düşünüyorum” diyordu. (Aksiyon; 20 Ocak 2014) Karadoğan şöyle devam ediyordu: “Yücel Halis cinayeti Paris’ten sonra PKK orta kademeleri için yapılmış nokta operasyonuydu. Böylece PKK içinde Öcalan’ın egemenliği sağlandı. Ayrıca devletin, Öcalan’ın güç biriktirmesi için, nasıl dört koldan çalıştığı ibretle görüldü. Bu cinayetlerle PKK çevresinde kümelenmiş Kürt Alevilere de mesaj verildi.” 

Ve Av. Ahmet Zeki Okçuoğlu Aydınlık’ta yayımlanan tutanaklara vurgu yapıyordu: “Aydınlık’ta yayımlanan İmralı tutanaklarında Abdullah Öcalan’ın Sakine Cansız’la ilgili sözleri, Cansız’ın Onun bilgisi dahilinde öldürüldüğünü gösteriyor.”  

İşte o tutanaklardan bir paragrafla Abdullah Öcalan’ın tarihi önemdeki itiraf dosyasını açıyoruz: “Şemdin (Sakık), Hogir (PKK tarafından infaz edilen itirafçı Cemil Işık), Terzi Cemal (Öcalan’ın talimatıyla infaz edilen PKK’li Ali Ömürcan) neler yaptılar, bunların en ufak belirtisi sizde yok tabii, ben herkesi bu çerçevede eleştiririm. Cuma (Cemil Bayık), Cemal (Murat Karayılan), Karasu (Mustafa Karasu) bütün arkadaşları bu çerçevede eleştiririm. Hepsi de çok fedakardır, kahramanca direndiler... Olası savaş olursa tedbirli olsunlar. Sakine gibi kendilerini de vururlar. Süreç olmayabilir, görüşmeler bitti gelemiyorsunuz diyelim, tedbir alacaksınız. Ermenilerin 24 Nisan’ını, KCK’nın 14 Nisan’ını hatırlayın.” 

Tehdit, şantaj, cinayet... Abdullah Öcalan herkesi “bu çerçevede eleştirirmiş.” On cümlede beş tehdit savuruyor. İmralı zindanında eli kolu bağlı adam nereden alıyor bu gücü, bu cesareti?  

Apaçık ki, kucağında oturduğu Gladyo adına bu tehditleri savuruyor. Görüşmeciler de böyle olduğunu bildikleri için, ciddiye alıp boyun eğiyorlar.  

Yaşar Karadoğan haklı. Sakine cinayetinin bir amacı da bu; Apo’yla böldükleri halkımızı yine Apo sopasıyla denetim altında tutmak.  

Bunun için cinayet MİT ve PKK’nin “ortak operasyonu”.  

Bu yüzden Sakine cinayetiyle Apo’nun konumu güçlendirildi. O da sopayı sallayarak görevini yerine getiriyor.  

Bir de Türkiye’yi bölen büyük sopa AKP’yle ortak iktidar yapılırlarsa, ABD’nin keyfine diyecek yok!

5.BÖLÜM

TUTANAKLARDA TARİHİ İTİRAFLAR

MİT gözetiminde HDP heyetiyle görüşen Öcalan’ın tutanaklara geçen sözleri, Cansız cinayetiyle açılım sürecine nasıl hız verildiğini ortaya koydu. 

Sakine Cansız cinayetinin perde arkasını anlamak bakımından en kritik belgelerden biri de Aydınlık’ın Türkiye’ye duyurduğu İmralı tutanakları... 3 Ocak 2013’te başlayan ve 6 Eylül 2014 tarihine kadar olan görüşmelerin kaydını içeren tutanaklarda Öcalan’ın MİT görevlilerinin gözetiminde HDP heyetine aktardığı konuşmaları var. Tutanaklarda önce Öcalan’ın özellikle Sakine cinayetiyle açılan yeni bölünme sürecinin hedefiyle ilgili açıklamalarına göz atalım.  

İmralı görüşmelerinde Abdullah Öcalan’ın görüşmecilere sık sık vurguladığı konu “Yüzyıllık hesap”tır.  

Görüşmeci heyet: Nevruz’da yazdığınız mektup (2013 Nevruz açıklaması) küçük bir kesim dışında herkeste şok etkisi yarattı ve olumlu bir etki bıraktı. 

Abdullah Öcalan: Yüzyıllık hesabı görüyoruz. Daha neler söyleyeceğim. (1. Metin; s.2) 

Abdullah Öcalan: Yüzyıllık sorunu çözüyoruz, kolay mı? Bakanla görüşüp söyleyin...(3. Metin; s.2) 

Görüşme tutanaklarının tamamı bu hesabın ne olduğunu ve nasıl görüleceğini anlatıyor. Ancak son metin iki cümleyle özetliyor. 

Abdullah Öcalan: Ben devleti yeniden inşa ediyorum. Devleti Kürtleştirip, Kürtleri de devletleştiriyorum. Bunun için kendinizi hazırlayın, yetkinleştirin. (4. Metin; s.12) 

Apo kimdir ki devleti yıkıp yeniden inşa edecek! Bu sözler Gladyo merkezinin Öcalan’ın MİT’le görüşmelerinde önüne koyduğu görevi açıklaması açısından anlamlı. Görev neymiş? Türkiye Cumhuriyeti Devleti yıkılıp yüzyıllık hesap görülecek ve yerine yeni bir devlet kurulacakmış.  

Bu “Yüzyıllık hesap!”, “Yüzyıllık parantez” sözlerini AKP sözcülerinden de çok sık duyuyoruz. Bundan hemen sonra “Yeni Türkiye” açıklamaları geliyor. Altını çizeceğimiz konu, “Yüzyıllık hesaplaş-ma”yla, “Yeni Türkiye” projesinde AKP ile PKK işbirliği halindedir. 

‘TÜRK MİLLETİ YOK... TÜRKİYE ULUSU’ 

Şimdi bu hesabın nasıl görüleceğine ve “Yeni Türkiye”nin ne olduğuna bakalım: 

Abdullah Öcalan: Milliyetçilikle Ortadoğu’da ne devlet kurulur, ne başka bir şey yapılır. Buna izin vermezler. (1. Metin; s.3) 

Heyet: Nevruz’da yazdığınız mektup... Dar bir fanatik milliyetçi, ulusalcı çevre dışında kimse karşı çıkmadı. 

Abdullah Öcalan: Kimlerdir bu fanatikler? 

Heyet: Irkçı ve ulusalcı Kemalist dar bir çerçeve. (1. Metin; s.2) 

Abdullah Öcalan: Türkiye ulusu kavramı Amerikalıların, İngilizlerin de benzeridir. Türk ulusu vardır ve bir gerçektir. Peki Kürt halkıyla birleşince ne olur? Türkiye ulusu diyebiliriz. (4. Metin; s.10) 

Evet, AKP, hatta Y-CHP’nin hararetle sürdürdüğü millet ve milliyetçilik tartışmasının bir benzerini İmralı Tutanakları’nda okuyoruz. Bu tartışmanın özü Türk Milleti’nin reddidir. Yani, “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye Halkına Türk Milleti denir” gerçeği tarihe gömülecektir. AKP’siyle, PKK’sıyla hepsinin bağlı olduğu merkez, milleti dağıtmanın ve devleti parçalamanın formülünü önlerine koymuştur. Bunu açıkça itiraf eden de Öcalan’dır: “Milliyetçiliğe izin vermezler.” Kim izin vermez? Elbette Ortadoğu’yu parçalamak isteyen emperyalistler. Çünkü milliyetçilik, ortaçağ bölünmesini aşarak millet olmanın ve milli devlet kurmanın ilkesidir. Cumhuriyetimizin altı temel ilkesinden biri olmasının nedeni de budur. “Yeni Türkiye” masalı işte böyle bir gericiliktir.  

Gladyo Merkezi bu amaçla öyle bir işbirliği süreci oluşturmuştur ki, Öcalan bugün seçime giderken AKP’nin bir numaralı görev olarak ileri sürdüğü bölücü anayasayı daha 2 yıl önce İmralı’dan ilan etmiştir: 

Abdullah Öcalan: Nasıl ki vücutta bel kemiği olmadan olmazsa, bu da (Türkiye Ulusu-F.İ) anayasada olmazsa olmaz. Aksi taktirde ajan anayasası olur. (2. Metin; s.2) 

Bu süreç, Öcalan’ın o “sır” mektubuyla başladı. 2012 başında Tayyip Erdoğan’a yazdığı o teslimiyet mektubu... Bugüne kadar bütün çağrılarımıza rağmen mektubun içeriği açıklanmadı. Tutanaklarda mektubun itiraf edildiğini görüyoruz. 

Abdullah Öcalan: Eski heyetin (MİT heyetini kastediyor-F.İ) ricası oldu, ‘Şuralara birkaç not yaz’ dedi. Ben de kaçmadım, rolümü oynadım... Bu yıl olmazsa gelecek yıl anayasaya da yansıyacak, kaçış yok...Tek taraflı paket kesinlikle olmaz, sayın yetkili de (Büyük olasılıkla Hakan Fidan-F.İ) bunu söyler.  

Abdullah Öcalan: H. Bey samimi geliyor bana, ne diyorsunuz öyle mi? 

Heyet: Evet, H. Bey devlet memuru gibi yaklaşmıyor, güven veriyor. Bu sorunu içten bir yaklaşımla çözmek için gayret ediyor. (3. Metin; s.6) 

‘YENİ TÜRKİYE’NİN BAYRAĞI İSLAM BAYRAĞI’ 

AKP’nin Cumhuriyet’i “İslam Bayrağı” altında yıkmaya çalıştığı biliniyor. Açılım görüşmelerinin başladığı 2013’ün Nevruz’unda PKK’nın yükselttiği bayrak da “İslam bayrağı” oldu. Tutanaklarda bu konudaki ilginç nokta, görüşmeci heyetin Öcalan’a ilettiği rahatsızlıklardı: 

Heyet: İslam bayrağı altında yaşama dair yaptığınız tespitleri bir gelecek vizyonu olarak yorumlayanlar konuyu başka şekilde ele aldılar.  

Abdullah Öcalan: Evet, bunu istismar edenler oluyor tabii.  

Heyet: Alevileri siz bir kültür olarak tanımladınız ama bu çok anlaşılmadı.  

Abdullah Öcalan: Sol nasıl karşıladı? 

Heyet: Yarattığı şok etkisiyle sarsıldı herkes. Bir kısmı temkinli yaklaştı, bir kısmı hayal kırıklığıyla içindeki Kemalist’i açığa çıkardı. (1. Metin; s.2-3) 

SAHTE SOLA GLADYO ÖNDERLİĞİ  

Abdullah Öcalan: Biz bu süreci solun da önünü açmak için yürütüyoruz. Sol dirilecek, bastırılan solun önünü açıyoruz. Onların da legalleşmesi gerekiyor. Burjuva zorla bastırdığı için biz illegaliteyi seçmek zorunda kaldık. Yoksa normal olan legalitedir. Parlamentonun ileride yapacağı çağrı ile sol da legalleşecek. (1. Metin; s.2) 

Heyet: Türkiye Konferansı ile ilgili...ÖDP çevreleri, Halkevleri gibi HDK dışı kurumları da etkili bir katılım için sürece dahil edeceğiz. Bu, sizin önerdiğiniz perspektife de uygun düşmektedir.  

Abdullah Öcalan: Ankara Konferansı tarihidir... Türkiye solu için bir fırsat. Üç blok var: AKP bir blok, CHP-MHP bir blok, sosyalistler bir blok. Bunu hedefleyin, biçimlendirin. Heyetle (MİT Heyeti-F.İ) görüştüm. Sol olmadan bu iş olmaz. Onlar da ikna olmuş durumdalar. Yani onların güvenliğini de ben burada düşünüyorum, ben sağlıyorum... Bu ne demek, artık sola komplo yapılmayacak demek... Sol bu kadar ölüyor ve ben artık bunların güvenliğini sağlamak için bu kadar çalışıyorum. (2. Metin; s.2) 

Abdullah Öcalan: Hepimiz için ortak bir örgüt gerekiyor... HDK-HDP doğru bir projedir. ESP falan çalışmak istiyorlar mı? 

Heyet: Evet, ESP, SDP, EMEP falan çalışmak istiyorlar, ancak partiler arası rekabet genişlemeyi zorluyor. (3. Metin; s.5) 

Abdullah Öcalan: ESP, BDP, EMEP, Yeşiller, Müslümanlar, Feministler, Çevreciler hepsi olsun. 3-4 genel ilke yeterlidir. Eşbaşkanlık sistemi, resmi parti ittifakı hakkı pakette olabilir... Devlet de engel koymayacaktır. Devlet benimle görüştüğü oranda sizin ve Türkiye solunun önünü açar. (4. Metin; s.10-11) 

Öcalan kendi ifadesiyle, Yeni Türkiye siyasetinin temelini devletle işbirliği halinde atıyor. MİT’i bu projede “Sol”un olmasına “ikna ediyor”. Meclis’in yapacağı çağrıyla (Meclis çağrı yapmak yerine yasa çıkarttı-F.İ) illegal terör örgütlerinin legalleşeceğini taahhüt ediyor. Ve “yeni devletin” (Gladyo’nun) “Sol”a baskı uygulamayacağını ilan ediyor.  

CHP’DE ULUSALCILARIN TASFİYESİ 

Öcalan’ın 2013 Nisan’ındaki CHP ile ilgili görüşleri Kemal Kılıçdaroğlu tarafından hayata geçiriliyor. İşte Öcalan’ın ağzından dört dörtlük bir Y-CHP tanımı: CHP’nin iyi bir sosyal demokrat parti olmasının ne kadar önemli olduğunu ben biliyorum, onlar bilmiyorlar. Kemal’e (Kılıçdaroğlu) selamlarımla beraber deyin ki, “Öcalan’ın Kemalizm eleştirisi yapıcıdır. Kemalizm güncellenerek faydalı olabilir. Ulusalcılar CHP’yi aşağıya çekiyorlar.” Onlara deyin ki, “Öcalan’a destek verseydiniz... AKP’nin hegemonik yapıdan kurtulmak için, komisyon önemli bir şanstır. Bu şansı kaçırmayın. Komisyona mutlaka üye vermeliler... CHP mutlaka sürece girmelidir.” (1. Metin; s.3)  

CHP bugün Açılımı destekliyor. Hatta bunun için olağanüstü kurultaya gitti. PKK’nın yasallaşması için çıkarılan yasayı destekledi. Olağanüstü kurultayla CHP-HDP işbirliğine adım attı. Gladyo’nun İmralı sözcüsünün açıkladığı Y-CHP görevleri, daha sonra ABD Büyükelçisi Ricciardone tarafından gizli bir görüşmede Kılıçdaroğlu’nun önüne koyulunca kanun oldu ve bir bir yerine getiriliyor.

6.BÖLÜM

ÖCALAN: “MİT İLE ÖZERKLİĞİ PLANLIYORUZ”

Sakine Cansız cinayetinin ardından hızlanan MİT gözetimindeki İmralı görüşmelerinde Öcalan, PKK’nın öncü görevini yürüttüğü ikinci İsrail projesini konuşmalarıyla ortaya koydu. 

“Yeni Türkiye”, “Yeni Anayasa”, “Türkiye Ulusu” kavramlarının uygulaması nasıl olacak? İmralı görüşmelerinden MİT’le birlikte bu hedefin ilk aşamasının “Özerklik” olarak saptandığı anlaşılıyor: 

Abdullah Öcalan: Önümüzdeki günlerde Suriye’deki duruma dair heyetle (MİT Heyeti-F.İ.) konuşacağız, bazı kararlar alacağız. Yeni oluşacak Suriye’de bizimkiler başat rol oynayacaklar. Orada özerk bölgeler olur. Kürtler, Aleviler, hatta Araplar için de özerk bölgeler olacak gibi, İsviçre gibi özerk bölgeler...Sınırların değişiminden falan söz etmiyorum. Zübeyir demişti; Hollanda-Belçika sınırı gibi esnek olur. (1. Metin; s.3-4) 

Abdullah Öcalan: Rojava’dakiler ilkeli yaklaşmalı, İsveç gibi kantonlar, demokratik özerk bölgeler olur. Hangi rejim olursa olsun, özerk yönetimler olacak artık. Başka çözüm yok.(4. Metin; s.2) 

ABD emperyalizminin bölgeyi bu aşamada özerklikle bölme projesi sadece Suriye ilgili değil. Türkiye’ye dayatılan proje de bu. “Devletin parçalanmasını”, “federe devleti”, “sınırların oluşumunu” telaffuz etmeyi bu aşamada doğru bulmuyorlar: 

Abdullah Öcalan: Kürt sorunu devleti paylaşma, yani devleti federe hale getirecek bir çözüm şeklinde olmayacak. İlk defa size söylüyorum, toplumu sivil hale getirerek devleti çözüme zorlayacağız... Devletin bir parçası üzerinden değil, Kürtleri demokratik bir sivil toplum olarak örgütleyeceğiz. Demokratik özerklik de bunun içindedir.” (3. Metin; s.4) 

BOP’UN TAŞERONLAR İTTİFAKI 

Öcalan bölgeyi bölen özerklik projesiyle yetinmiyor. Projenin devamı “İkinci İsrail” diye adlandırdığımız Büyük Kürdistan’a, oradan da bölünmüş Ortadoğu’nun Taşeronlar İttifakı’na uzanıyor: 

Heyet: Davutoğlu, kapıları yakın zamanda açmayı düşündüklerini söylemiş. Süreç gereği böyle olacak, demiş. 

Abdullah Öcalan: Tarihi bir ittifak doğuyor. Bütün Kürtler, Türkiye ile sağlam bir ittifak kuracak... Türk-Kürt birliği olmadan, kimse bölgede sağlam kalamaz. Türkiye’deki Kürt sorununun çözümü eşittir Irak ve Suriye’deki, hatta İran’daki sorunun çözümüdür. Bunun sonrası Ortadoğu Demokratik İttifakıdır. (3. Metin; s.4) 

Gladyo’nun hayalinde bölünmüş Türkiye, Irak, Suriye ve hatta İran’la oluşturacağı Taşeron İmparatorluğu vardı. Böylece Vatan Partisi’nin ABD emperyalizmine karşı savunduğu Batı Asya Birliği projesinin karşısına bir Piyonlar İttifakı koyuluyordu. Ahmet Davutoğlu, bu ittifakı Osmanlı İmparatorluğu’nun yeniden kuruluşu anlamında “Restorasyon” olarak ifade ediyordu.  

Gerçekte ise Amerikan emperyalizminin Büyük Ortadoğu Projesi hayalleri çoktan yıkıldı. Tayyip Erdoğan, Davutoğlu ve Öcalan’a ise telaşla, bu oyunun son sahnelerini oynama görevi düşmektedir.  

SİLAH BIRAKMAK YOK, SADECE “ÇATIŞMASIZLIK! 

Bütün bu verilenler, Türk milletinin kaldırılması, özerklik, devletin yeniden kurulması vb. neyin karşılığı? Bütün bunlar olursa, PKK terör örgütü çatışmaya girmeyecekmiş. Aksi takdirde “kıyamet kopacak”, “kan dökülmeye devam edecek”miş: 

Abdullah Öcalan: Benim temel görüşüm şudur: Silahlı çatışmaya son verme, sıkı sıkıya yasal demokratik mücadeleye sarılma ile olur. Beni şaşırtmayın. Tarihi çatışma sürecini sona erdirdik dediysem, “Barış oldu” demiyorum. Hiçbir şeyden vazgeçmedim. Ben sadece... “Arabayı atın önüne koymayın” diyorum. Önce demokratik Türkiye olmalı. (1. Metin; s.6) 

Abdullah Öcalan: Silahlar susacak, demokratik siyaset konuşacak, icra edilecek. Bunu Başbakan söyledi. Geri dönemez. Dönerse isyan çıkacak, kıyamet kopacak. (2. Metin; s.2) 

Silah bırakmak bir yana, terör örgütü silahlı güçlerinin çekilmesini bile bir tehdit ve şantaj unsuru olarak kullanıyor. 

Abdullah Öcalan: Milyonlarca sempatizanımız var sınırların içinde... İstesek gerilla halkın içine bile karışır, bunları nasıl tespit edeceksin? Önemli olan kalıcı çatışmasızlıktır, bunu da sağladık işte. Çekilme dediğin zaten devam ediyor, etmeli. Ama önemli olan ölümlerin durmuş olmasıdır. Gerilla geri çekilirken yerine AKP’yi koyuyorlar. Bu yürümez. Bakan’la net konuşun, “Biter” deyin. Yeni karakollar falan olmaz. (3. Metin; s.1) 

Millet bölünmüş, Türkiye parçalanmış hiç önemi yok değil mi, yeter ki “analar ağlamasın”. Buna da “Barışçı Bölünme Teorisi” diyelim. Teori çok “barışçı” ama dünyada hiçbir milletin ve milli devletin böyle barış içinde bölündüğü görülmemiştir. ABD’nin kucağındaki AKP-PKK ortaklığı Açılım projesiyle millete bölünmeyi ve iç savaşı dayatmaktadır. Devlet terör örgütüyle mücadele edip onun tehdit ve şantajlarını alt edeceğine, ABD’nin zorlamasıyla boyun eğiyor ve bölünmeye, kanlı kardeş kavgasına davetiye çıkartıyor.  

Çözüm, PKK terör örgütü’nün silahsızlandırılması ve tasfiye edilmesidir. Bunun için öncelikle milletin Türküyle, Kürdüyle birlik doğrultusunda seferber edilmesi şarttır. Yanı sıra terör örgütünün şantajlarına boyun eğen zavallı devlet değil, güçlü devlet... 

Her iki süreç de başlamıştır ve giderek güçlenmektedir. Gladyo’nun Açılım projesi kaybetmiştir. Bu projenin sözcülerinin yukarıdaki zavallı açıklamalarını, öncülerimizin uyanışını ve birlik sürecini hızlandırmak amacıyla ele alıyor ve eleştiriyoruz.  

“Çatışmasızlık”, “çekilme” gürültü patırtısı içinde gerçek durumu yine Gladyo’nun sözcüsünden öğreniyoruz: 

Abdullah Öcalan: AKP çaresiz kaldığımızı düşünüyor. Oysa askeri olarak en güçlü olduğumuz dönemdir. Hudut hattından Kandil’e, Suriye’ye kadar 50 bin gerilla gücü vardır. Beşir Bey’e de söyleyin, siyasi çözüm potansiyeli gelişirse askeri potansiyel düşer, ya da tersi olur... PKK, tarihin iç ve dış en büyük savaş potansiyeline sahiptir. İran, İsrail PKK’yı silahlandırır. Hatta paralel devlet bile yapar. (4. Metin; s.6) 

“Analar ağlamasın” edebiyatıyla terör örgütüyle mücadeleyi durduran devlet, PKK’nın silahlı gücünü artırmasına yol açmıştır. PKK silahlı gücünü artırmak bir yana, özerklik ilan ettiği bölgelerde güvenliği nasıl sağlayacağından, MİT Müsteşar Yardımcısı’nın PKK’lı olmasına kadar devlet görevlerini tartışmaktadır. 

Abdullah Öcalan: Kim Kürtlerin güvenliğini sağlayacak? Genel güvenlikte Kürtlerin temsilcisi olacak mı? Mesela bir MİT Müsteşar Yardımcısı Kürt hareketinden olabilir mi gibi...Seçimle işbaşına gelen bir köy güvenlik birimi mesela... Belediyelere bağlı trafik polisi, zabıta, bekçi gibi. (3. Metin; s.4) 

SAKİNE CANSIZ CİNAYETİYLE TEHDİT 

Hogir, Terzi Cemal... Örgütü sürekli öldürttüğü kişilerle tehdit ediyor. Yöneticilere, isimlerini sayarak tehditler yağdırıyor. Ve tabii bunlar üzerinden tüm örgüte ve özellikle Alevi kesime gözdağı veriyor. Sözlere bakın: “Sakine gibi kendinizi vurmayın”, “Tıpkı Sakine gibi, siz de muallaktasınız...Ha bizi ha Sakine’yi vurmuşlar.” (Milliyet / Namık Durukan; 28 Şubat 2013) 

Ve hemen ekliyor: “2013’ün ilk aylarında kamuoyunun karşısına bir çözüm bildirisiyle çıkacağım. Bu süreçte herkes sabırlı olacak. Benim dışında bir irade arayışını kabul etmem.” (Hürriyet manşet: “Masada Takvim Var” / 31 Aralık 2012) 

Görüşmeci heyetin özellikle İslam bayrağı açıklamasından sonra Alevilerde oluşan rahatsızlığı iletmelerine sürekli Sakine Cansız hatırlatmalarıyla cevap veriyor: 

Abdullah Öcalan: Baransu, Emre falan yazdılar işte, 22 PKK kadrosu öldürülürse, diye. Sakine ile başladılar, bu listeyi Başbakan’a götürüp başlamışlar. MİT’e mal etmeye çalıştılar. (3. Metin; s.2) 

Abdullah Öcalan: Başbakan’ın önüne götürmüşler, Sakine ile başlarız, sonra diğerlerini vururuz, diye. 

Heyet: Dersim İl Başkanı’nın istifasının Alevi tartışmasıyla ilgisi yok. Ama bazı Alevi kuruluşları ve dernekleri bu tartışmayı yürüttüler... İşin ilginç tarafı, bu itiraz eden Aleviler de bize bugüne kadar bir tek oy vermediler. Aleviler, CHP’ye oy verenlerdir. Bir tür Stockholm sendromu gibi. (1. Metin; s.3) 

Sakine Cansız’ın Paris’te göstere göstere öldürülmesi, ABD-AKP-PKK ortaklığının Alevilere açık bir tehdidiydi. Bölünme sürecinin gelişmesiyle, Y-CHP’nin “Dersim”, “Ekmeleddin İhsanoğlu” politikaları birleşince, Tunceli’de Stockholm sendromu son buldu. BDP, CHP’nin önüne geçti.

7.BÖLÜM

CANSIZ CİNAYETİNDEN T.C. CİNAYETİNE

2004-2005’te ateşlenen bölünme sürecini bizzat yöneten ABD’nin Gladyo merkezinin 2 hedefi vardı: Birincisi; ‘müzakere’ adı altında yürütülen süreçle PKK’yı meşrulaştırıp fiilen iktidar ortağı yapmak... İkincisi: Buna tepki gösteren TSK ve İşçi Partisi’ni (Vatan Partisi) tertiplerle bastırmak 

Şimdi bir kez daha özetleyelim: AKP-PKK ortaklığının Türkiye Cumhuriyeti’ni çökertme ve ve milleti bölme programı neymiş? Öncelikle “Türk Milleti”nin olmadığı bir “Yeni Anayasa”. Bu Anayasa “Özerkliği” esas alacak. “Yeni Anayasa”nın temel felsefesini “İslam Bayrağı” oluşturuyor. Yüz elli yıllık devrim programımızın temel ilkeleri Milliyetçilik, Laiklik ve Cumhuriyetçilik çöpe atılıyor. Özetle; etnik ve mezhepsel bölünmelerle tanımlanan bir “Yeni Türkiye”! Başta Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül olmak üzere AKP yetkilileri de, Abdullah Öcalan da aynı tanımı yapıyorlar. 

BURAYA NASIL GELDİK? 

Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül 2001-2002 sürecinde Türkiye’yi bölmek amacıyla iktidar yapıldılar. Türkiye 90’lı yılları büyük acılarla kapatmış, yeni yüzyıla terör sorununu çözecek önemli adımlar atarak giriyordu. Yılların Kürt Sorunu, demokratik ve kültürel haklar açısından büyük ölçüde çözül-müştü. PKK lideri yakalanmış, örgüte ağır darbeler indirilmişti. Türkiye özlediği huzura 2000’li yılların başında iyice yaklaşmıştı.  

Ama dedik ya, “Türkiye’yi bölmek için iktidar yapıldılar.” 2003’te 1 Mart tezkeresinin reddedilmesiyle ABD’nin Irak işgalinde üstlendikleri görevlerde başarısız olunca 2004’te tekrar sahne aldılar. Tayyip Erdoğan, Fatih Altaylı’nın “Teke Tek” programında konuşuyordu: “Şu anda Amerika’nın da Büyük Ortadoğu Projesi var ya Genişletilmiş Ortadoğu, yani bu proje içerisinde Diyarbakır bir yıldız olabilir. Bunu başarmamız lazım” (16 Şubat 2004 - Kanal D) BOP, ABD’nin Ortadoğu’yu ve Türkiye’yi bölme projesiydi. Bu yüzden o yıllardan beri bunların iktidar yapılmasına “BOP Darbesi” diyoruz.  

Beş yıldır susmuş olan silahlar Tayyip Erdoğan’ın bu çağrısından sonra yeniden ateşlendi. 1999-2004 arasında tek silahlı saldırı yokken, 1 Haziran 2004’te PKK saldırıları yeniden başladı.  

Bölünme süreci Tayyip Erdoğan’ın 2005 Diyarbakır konuşmasıyla derinleşmeye devam etti. Erdoğan bu konuşmasında ilk kez “Kürt sorunu” diyor ve devletin “kendisiyle yüzleşeceğinden” söz ediyordu. (12 Ağustos 2005) Bu sözler aynı zamanda TSK’ya karşı Ergenekon, Balyoz vb. kumpaslarının da habercisiydi.  

2008’de Oslo’da MİT temsilcileriyle PKK arasında görüşmeler başladı. 5 Ağustos 2009’da da Türkiye’de DTP’lilerle görüşmelere geçildi. 19 Ekim 2009’da Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla sözüm ona teslim olan 34 PKK’lıyla Habur’da yaşanan rezalet, büyük tepki topladı. Buna rağmen hükümet Bölünme Sürecini 15 Kasım 2009’da ilan ettiği “Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi- Demokratik Açılım” başlığı altında sürdürdü. 2011’de Oslo görüşmelerinin tutanaklarının basına sızdırılmasıyla süreç bir kez daha sekteye uğradı.  

2004-2005’te ateşlenen bölünme sürecini bizzat yöneten ABD’nin Gladyo merkezinin 2 hedefi vardı: Birincisi; “Müzakere” adı altında yürütülen süreçle PKK’yı meşrulaştırıp fiilen iktidar ortağı yapmak... İkincisi: Buna tepki gösteren TSK’yı bastırarak, elini kolunu bağlamak... Ve tabii İşçi Partisi’yle yurtsever öncüleri de sindirmek. 2011-2012 yıllarına gelindiğinde o merkez bu hedefe büyük ölçüde yaklaşıldığını düşünüyordu. 2011’den sonraki süreci yazı dizimiz boyunca anlattık. 

CİNAYETTEN KOALİSYON HÜKÜMETİNE! 

2013 Ocak’ında Sakine Cansız cinayetiyle başlayan süreçte 2015 seçimlerine geldik. “Açılım” diye adlandırılan bu sürecin, Türkiye Cumhuriyeti’ni çökertme ve milleti parçalama süreci olduğunu sürecin sahiplerinin açıklamalarıyla ve olgularla gösterdik. AKP-PKK ortaklığı 1 Mart 2015’te Dolmabahçe’de ilan ettikleri 10 maddelik programla Türkiye’yi bölmekte kararlı olduklarını bir kez daha gösterdiler.  

Bu sürecin gerçek sahibi Gladyo, bölücü programın uygulanması için, önümüzdeki seçimlerde barajı geçmiş ve Meclis’e girmiş bir HDP (PKK) ile AKP-CHP koalisyonunu milletimize dayatmaktadır. Böylece Sakine Cansız cinayetinden bölücü koalisyon hükümeti cinayetine gelmiş bulunuyoruz. Özetle; 

- Sakine Cansız cinayetinden HDP’ye baraj atlatma operasyonuna, 

- Sakine Cansız cinayetinden AKP-CHP koalisyonuna, 

- Sakine Cansız cinayetinden AKP-HDP Dolmabahçe protokolüne, 

- Sakine Cansız cinayetinden Bölücü Anayasa cinayetine, 

SAKİNE CANSIZ CİNAYETİNDEN TÜRKİYE CUMHURİYETİ CİNAYETİNE! 

Vatan Partisi olarak, milletimiz adına buna izin vermeyeceğimizi ilan ediyoruz. 

Bu karanlık tertibin üzerindeki örtüyü kaldırıyoruz. Sorumlular hesap verecek.

***


Aydınlık Gazetesi
Misafir Avatar
İsim
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner80

banner87

NACİ GÖRÜR AÇIKLADI
Yer Yerbilim Uzmanı Görür, sabah saatlerinde İzmir açıklarında yaşanan 5.1 büyüklüğündeki depreme...

Haberi Oku