DÜN, BUGÜN ve ÖTESİ…

Uzun süredir beklenen kabine değişikliği oldu, birbirinden değerli isimler gidip, birbirinden çok daha değerli isimler geldi. Kısa sürede bu çok kıymetli insanları icraatlarıyla tanıma olanağı bulacağımız için bu değerler silsilesini merak etmeye pek gerek yok aslında! Zaten aralarında büyük bir ideoloji ve üslup farkı olmadığı kesin ve belliyken ne gidenlerin isimlerini saymaya gerek var ne de gelenlerin. Nasılsa hükümetin rengi ve istikameti belli!  Gelenler, çok farklı politikalar üretecekler lafı da bayağı komik!

Biz yeni kabine, hükümete hayırlı olsun deyip esas konuya geçelim! Hep düşünmüşümdür örneklerine yalnız ülkemizde rastladığımız bu baş döndürücü bağlılık insanın belleğini zorlarken, atama ve seçimlerde liyakat yerine “muvafık ve münasip” olma şartı aranırken ve bu koşullar hiç değişmezken, yöneticiler bazen kendileriyle, varsa başarılarıyla, çok olan başarısızlıklarıyla ya da pişmanlıklarıyla neden yüzleşmezler?

Ne der eskiler? “Yazmak bir yolculuksa, yönetmek bir sanattır.” Ya da; “Ölçü- denge- disiplin” birbirini tamamlayan bir üçlüdür ve başarılı iktidarların amentüsüdür. Bu sözler doğruysa yöneticilerin hayatları karartmaması, hayata katkıda bulunması, ölçü, denge ve disiplinden şaşmaması gerekmez mi? Batıda örneklerini görüp imrendiğimiz işleyiş, bizde böyle mi bilmiyorum! Yine kolaycılığa saparak sözün gerisini ve yanıtını sizin hayal gücünüze bırakıyor, kopya vermek(!)gibi olmasın ama aslında sorunun yanıtının kolay ve yalın olduğunu da biliyorum!

Türkiye kime emanetse, yapılanlar da aynı çizgide, doğrultuda, dokuda, hamurda olmuyor mu? Kültürel iklimde ne yaşanıyorsa, şu anda geçer akçe ne ise, hayat yelpazemizin tüm rüzgârları aynı yöne esmiyor mu? Şiddet, hışım, hakaret, el kol hareketleri, sövgü, parmak sallama resmi ya da sivil her düzlemde özendirilmiyor mu? Bizde geçerli olan asıl yönetim politikası uzun yıllardır bu değil mi?

Hele de son 15 yıla damgasını vuran Cumhuriyet hesaplaşmasına bakıldığında; bu öyle seyirci kalınacak,hafife alınacak, sadece anlam aşınması sayılacak bir hal midir? Bu soruları haklı kılacak öyle çok örnek var ve yaşadık ki! Hatırlarsınız zaten unutulacak gibi değil. Ülkelerin ve partilerin başında değişmez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez başkanlar varken derin analizlere girmek anlamsız değil mi? Dünden bugüne baş tacı yapılanlara bakınca, okuyunca yaptıkları her şeyin hem yanlarına, hem de yarınlara kaldığını görmüyor muyuz?

Batı açıklama yaparak; ülkemizi hak gaspında en kötü ülke seçtiğini söylüyor. Türkiye’de yaşanan hak ihlallerinin Avrupa’da bir başka ülkede yaşanmadığını söylüyor. Türkiye’de şu anda en temel haklar bile tartışma konusu diyor. Sabrımızın sonuna geldik. Türkiye politikamızı değiştireceğiz diyor. Bu zehir zemberek açıklamalar karşısında iktidar tek bir gerekçeli ve tatmin edici yanıt veriyor mu? Ya da iktidarın kılı kıpırdıyor mu? Bağırıp çağırmaktan öte! Sürekli yazmamıza, konuşmamıza, dertleşmemize rağmen bir şey değişiyor mu? Hayır.Peki, ne oluyor? Yönetim bulduğu her fırsatta inciler saçmayı sürdürüyor. Derin, ciddi, vahim konuları bile hafife alıyor. Sorunun adını koymuyor. Sistemli ve sinsi saldırılarını sürdürüyor. Yeni bir Türkiye yaratmak içir koşar adım yol alıyor. Bu arada da ülkenin yarısından çoğu ağız dolusu gülmeye hasret kaldık diyor…

Örneğin başbakan OHAL’in vatandaş için değil devletin kendisi için ilan edildiğini söyleyerek; “Herkesin işi gücü yerinde. Vatandaşlarımız hayatına huzur içinde devam ediyor” açıklamasını yapıyor! Aynı başbakan nedense 3 ayı geçmez dedikleri OHAL’in 1 yılı doldurduğunu, devletten ihraç edilen 296 bin kişi olduğunu, 50 bin kişinin tutuklandığını, günde 304 kişinin işini kaybettiğini, 35 kişinin intihar ettiğini, bu arada pek çok kişinin de haksızlığa uğradığını nedense bilmiyor, görmüyor, duymuyor!

Örneğin CB sözcüsü İbrahim Kalın kaşlarını çatıp sert bir çıkış yaparak; “Türkiye’yi kimse parmak sallayıp hizaya getiremez.” diyor. Eloğlu da “biz parmak sallamayı sizden öğrendik!” diyerek bıyık altından gülüyor! Biz iç siyasette bu zehir zemberek açıklamalarla teselli olurken(!) Almanya; “Türkiye’ye yatırım yapmanın giderek zorlaştığını” açıklıyor.

Bu iç acıtan yazının sonrasını da sonraki yazıya bırakalım. Ve yakın tarihinin hiçbir döneminde böylesine yalnızlaşmamış olan güzel ülkemizin elinde kalan son dost ülkelere bakarken, Katar Azerbaycan ve Pakistan’la yetinirken, politikacılarımıza sorun ve zorluk çıkaran ülkeleri unutmayalım! Bunun nedenlerini de bizim politika erbabının inandırıcılıklarını yitirmelerinde aramak yerine, parmak sallama gibi siyaset ortamına yeni bir beden dili hediye etmeleri yerine batının bizi kıskanmalarına bağlayalım.

Ve ülkemizin içine düştüğü yalnızlığın ceremesini de hayatın en alanında toplumun çektiğini de fonda tutalım…

Misafir Avatar
İsim
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner80

banner87