FIRAT KALKANINDA STRATEJİK HATA NE?

Türkiye Suriye’de yanlış yığınak yaptığı için, “Menbiç mi yoksa Rakka mı öncelikli hedef?” ikileminde sıkıştı. Savaş, siyasetin başka araçlarla yapılanı olduğundan ve her askeri müdahale sonuçta bir siyasi hedef için yapıldığından, Türkiye yönünü saptayamıyor. Çünkü Suriye sahasında bir yanda Rusya, Çin, İran, Hizbullah diğer yanda ABD, Avrupalı müttefikleri, Türkiye, Suudi Arabistan, Katar var. Yani, Avrasya ve Atlantik kuvvetleri arasında bir mücadele var sahada. 

Bir kez daha vurgulayalım: Fırat Kalkanı Harekâtı, haklı, doğru, meşru ama gecikmiş bir müdahaleydi. Başarılı oldu. Ama bu askeri başarıyı siyasi sonuca çevirmede, beklenen gerçekleşmedi. Bunun temel nedeni, yanlış siyasi konumlanma ve yanlış diplomatik ittifaklar. Çünkü bir Avrasya ülkesi olan Türkiye, kendisini bölmek isteyen, terörü destekleyen Atlantik güçleriyle hareket ediyor. Sınır komşusu olan ülkelere karşı, emperyalist güçlerle birlikte davranıyor. Dahası var: 

1) Başka bir ülkenin toprağında savaşmak her açıdan zordur. 

2) Başka bir ülkenin toprağında savaşırken işgalci görüntüsü vermemek için, çok özenli, dikkatli, hassas bir dil kullanmak gerekir. 

3) Türkiye Fırat Kalkanı sonrasında Suriye toprağında nasıl, nereye dönük bir müdahale yapacak? Ne büyüklükte bir kuvvet kullanacak? Ne kadar müddetle kalacak? Suriye içinde ne kadar derinliğe inecek? Tüm bu soruların yanıtı belirsizdir. 

4) Türkiye Suriye’de bundan sonraki tüm adımlarında öncelikle Rusya, Suriye rejimi ve İran’ı ikna etmek zorundadır. 

ABD ve RUSYA, KİMLERİ DESTEKLİYOR

Son haftalardaki gelişmeler, Rusya’nın; Türkiye’yi yöneten siyasi heyetin, Atlantikçi fabrika ayarlarına döndüğünü hemen saptadığını ortaya koyuyor. Türkiye, IŞİD terörüne karşı mücadele ederken, nesnel olarak, olgusal olarak sadece ABD ile değil, istese de istemese de Suriye rejimi, İran ve Rusya ile de aynı safta. IŞİD terörüne karşı ABD, “kara gücüm” dediği PKK – PYD terör örgütünü de cepheye sürüyor. Ve ABD, Türkiye’nin bu terör örgütü vurmasını istemiyor. O nedenle Türkiye içinde PKK ile PYD’yi birbirinden ayrıştırmak isteyenler son dönemde daha çok öne çıkıyorlar. “PYD, PKK ile arasına mesafe koyarsa iyi olur”“PYD içinden bir Barzani çıkarsa hoş olur” gibisinden sözler dikkat çekiyor. Bu durum, kaçınılmaz olarak bir kez daha açılım sürecini gündeme getirecek, Türkiye de iç ve dış siyasette yeni ödünler verecektir. İlk ödünler Süleyman Şah Türbesi’nin boşaltılması, Yunanistan’ın Ege Denizi’ndeki 18 adayı işgal etmesine göz yumulması, Barzanistan bayrağının İstanbul ve Ankara’da dalgalandırılması, Barzani’nin Kerkük hamlesinin alkışlanması ve Kıbrıs’ta büyük tavizler vermeye hazır olduğumuzun dünyaya ilanıdır. Devamı gelecektir…

Türkiye’nin başka açmazları da var. Misal; hem ABD hem de Rusya PKK – PYD terör örgütünü destekliyor. Öyle ki Rusya, Suriye için bir anayasa metni hazırladı. Kürtlere özerklik veriyor. PYD’nin hazırladığı anayasa metnini de “incelemek için” aldı. O metinde de federasyon öngörülüyor. Moskova’daki PYD ofisi de duruyor. 

Bununla birlikte Suriye sahasında önemli bir aktör olan İran, Suriye’de güvenli bölge kurulmasına karşı. Bu açıdan Rusya ile ayrışıyor. Çünkü kurulacak güvenli bölgelerden her biri, bir ülkenin denetiminde olacak. O ülkeler de ABD, Rusya ve Türkiye. Ancak Türkiye, kendi denetlediği güvenli bölgede denetimi sağlasa bile, ABD ve Rusya’nın denetlediği güvenli bölgelerde hiçbir şey yapamayacak. O güvenli bölgelere yönelik harekât gerçekleştiremeyecek. Yani önlemeye çalıştığı durumla karşılaşacak. Ancak Türkiye’nin konumlanışı yanlış. Çünkü Irak’tan sonra, Suriye’de de istikrarsızlık en çok Türkiye’yi vurduğu halde, Türkiye bu iki ülkeyi bölecek eylemler ve ittifaklar içinde. Irak’ta, ülkeyi bölmeye çalışan Barzani’ye her türlü desteği veriyor. Suriye’de rejim karşıtı yapıları destekliyor. Sonuçta da sadece bu ülkelere değil, kendi bütünlüğüne de, istikrarına da, toplumsal barışına da, ekonomisine de, güvenliğine de, ulusal çıkarlarına da aykırı işler yapıyor. Irak’taki büyük yanlışından ders almadı. Bu hatayı Suriye’de tekrarladı. Sonuç ortada… 

HATANIN NERESİNDEN DÖNSEK…

Türkiye’nin Suriye meselesinde Ahmet Davutoğlu döneminde izlediği politikadan vazgeçmesi, Rusya ve İran’la işbirliği yapması, gecikmiş de olsa önemli. Ancak yeterli değil. Bu adımların kapsamlı, tutarlı ve net bir bölgesel politikayla beslenmesi şart. Esad karşıtı söylemlerin son bulması, “ABD ne der” saplantısından vazgeçilmesi gerekir. Müslüman Kardeşler (İhvan) örgütünü kollamaktan, Suriye’de Özgür Suriye Ordusu ile birlikte davranmaktan da vazgeçmek şart. Ama Türkiye bu adımları atmıyor. Tersini yapıyor. Öyle ki, Suriye’nin laik rejimine yönelik vurgu, Rusya ve İran kabul ettiği halde, Astana’daki zirvenin sonuç bildirisinden, Ankara’nın ısrarıyla çıkarıldı. Türkiye, bu konuda rejim muhalifi yapılarla birlikte hareket etti.  

ABD ve müttefikleri, Suriye lideri Esad’ı devirmek için IŞİD, El Nusra gibi terör örgütlerini kullandılar. ABD’ye, FETÖ elebaşının iadesi ve PKK – PYD terör örgütüne verdiği desteği kesmesi, PYD’yi terör örgütü olarak kabul etmesi yönünde Türkiye’nin yaptığı çağrılar sonuç vermedi. Yunanistan’a, 8 darbeci askeri iade etmesi için yapılan çağrılardan netice alınamadı. Sözde soykırım iddialarını parlamentosunda kabul eden Almanya’ya karşı hiçbir yaptırım kararı söz konusu olmadı. Türkiye, Suriye’de toprak kaybetti, Süleyman Şah Türbesi elden çıktı. Ege Denizi’nde toprak kaybetti, 18 tanesi ada statüsünde olan 152 adet kara parçasını Yunanistan işgal etti göz göre göre. 

Türkiye Kıbrıs’ı kaybetmek üzere, KKTC Cumhurbaşkanı M. Akıncı’nın izlediği siyaset sayesinde. Adadaki kazanımlarından, hak ve çıkarlarından vazgeçmeye hazırlanıyor. M. A. Talat çizgisinin devamı olan Akıncı, Annan Planı’ndan bile daha geri hükümler içeren bir anlaşmaya imza atmaya hevesli. “Türk askerlerinin sayısı fazla” diyor, “1974’te Rumlardan aldığımız topraklar geri verilebilir” diye de ekliyor. Türkiye’den adaya giden içme suyunu Rumlarla paylaşmayı öneren Akıncı, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’nı işgalci bir müdahale sanıyor. Toprak kazanmaya yönelik bir hamle sayıyor. Türkiye’nin garantör devlet olarak haklı ve meşru müdahale yetkisine dayandığını bilmiyor. 1963 – 1974 yılları arasında adadaki Türklere yapılan katliamları da hiç hatırlamıyor.

Kıssadan Hisse: Strateji yanlış ise taktik adımların doğru olması anlamsızdır. 

Misafir Avatar
İsim
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner80

banner87