HOLLANDA KRİZİ DIŞ POLİTİKANIN ÖNEMİNİ BİR KEZ DAHA GÖSTERDİ

Türkiye’nin bir yanda Almanya, Avusturya ve Hollanda ile Türk bakanlarına gösterdikleri kabul edilemez tutum nedeniyle yaşadığı gerilim, bir yandan Suriye’de önceliğin Rakka mı yoksa Menbiç mi olacağına ilişkin ABD’den gördüğü baskı, dış politikada güvenilirlik ve öngörülebilirliğin ne denli önemli olduğunu bir kez daha gösterdi. Örnek vermek için, biraz gerilere gidelim.

Yıl 1998. Türkiye ve Suriye arasında Adana Protokolü imzalandı. Terör örgütü PKK lideri o dönem yakalandı. İki ülke ilişkileri hızla gelişmeye başladı. 2000 yılında Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, ABD Ankara Büyükelçisi’nin küstahça tehditlerine aldırmadan, Suriye lideri Hafız Esad’ın cenaze törenine katıldı. Sezer’in bu tavrı da iki ülke ilişkilerini geliştirdi. 2003’te Türkiye, İran, Suriye arasında imzalanan üçlü anlaşmayla “bağımsız Kürt devletinin engellenmesi yönünde ortak irade beyanında” bulunuldu. İzleyen süreçte Ankara ve Şam, karşılıklı olarak vizeleri kaldırdılar. Serbest ticaret anlaşması imzaladılar. İki ülke ortak bakanlar kurulu topladılar. İki ülke liderleri, aileleriyle birlikte, 2008’de Bodrum’da tatil yapacak kadar yakınlaştılar. 2011 Mart ayında Suriye karıştı. Türkiye kısa süre sonra ABD’yle birlikte Esad karşıtı cephenin en ön saftaki ülkesi oldu.

Günümüze gelelim. Türkiye; Fırat Kalkanı Harekâtı ile Suriye’ye asker yolladı. Doğrudan sahaya indi. Çatışmalarda taraf oldu, kara ve hava kuvvetleriyle. Türkiye bu adımla, şu hesapları yaptı: 1) Kürt koridorunu engellemek, PKK – PYD terör örgütünü vurmak istedi. 2) Dünyada oluşan Türkiye karşıtı havayı, Türkiye’nin IŞİD terör örgütünü desteklediği yönündeki algıyı kırmak istedi. 3) 15 Temmuz FETÖ’cü darbe girişimi sonrasında gücü, itibarı, inandırıcılığı, caydırıcılığı azalan ordunun moralini yükseltmek, gücünü dosta – düşmana göstermek istedi.

DIŞ POLİTİKANIN YAPISAL SORUNLARI

Türkiye’nin bu amaçlarını ne ölçüde gerçekleştirdiğini, askeri açıdan başarılı olan harekâtın siyasi hedefine ulaşıp ulaşmadığını anlamak için, öncelikle şunu kabul etmek gerekiyor: Yapısal sorunları var Türk dış politikasının. Misal; Irak’ta merkezi hükümetle, yani Bağdat’la ilişkileri gergin. Buna karşın Kuzey Irak Kürt Bölgesel Yönetimi ile arasından su sızmıyor Ankara’nın. Son olarak Ankara ve İstanbul’da Kürt Bölgesel Yönetimi bayraklarını göndere çekerek karşıladı Barzani’yi. Bağımsızlık ilanı için teşvik ediyor. Bağımsızlığını hemen tanıyacağını ima ediyor. Ama Kuzey Irak’taki zengin petrol ve doğalgaz kaynakları üzerinde fazla söz sahibi olamıyor Türkiye. Barzani, zengin enerji yataklarını Türkiye’ye vermek konusunda, Türkiye’nin ona verdiği desteğe uygun davranmıyor.

Buna karşılık Türkiye’nin komşuları, bölge ülkeleri, gerginlik yaşadığımız, rekabet ettiğimiz ülkeler, Suriye ve Irak konusunda Türkiye’nin çok ilerisindeler. Türkiye’den çok daha etkililer. Misal; Rusya, Irak’ta hem Bağdat rejimi hem de Barzani üzerinde etkili. Rus enerji şirketlerinin yatırımları artıyor. Kuzey Irak’tan da zengin enerji yatakları aldılar. Rusya, Kasım 2015’te Türkiye ile yaşadığı uçak bunalımı sonrasında PKK – PYD terör örgütüyle ilişkilerini de hızla geliştirdi. PKK Moskova’da ofis açtı.

Rusya, bir ABD projesi olan, Akdeniz’e uzanan Kürt koridoruna, 4 bölge ülkesinin bölünerek bir Kürt devleti kurulmasına karşı. Çünkü ABD – İsrail güdümlü bir Kürt devleti, hem bölgedeki dengeleri sarsar, hem Rusya’nın hemen yanında, Rusya’nın istikrarını, bütünlüğünü sıkıntıya sokar. Ortadoğu’dan dışlanmasına zemin hazırlar. Yakın çevresinden kuşatılmasını sağlar. O nedenle ABD’nin bölgede “kara gücüm” dediği PKK – PYD terör örgütüyle temasını korumakla birlikte Moskova, Kürt devletine karşı çıkıyor. IŞİD’le mücadele ediyor. Türkiye’yle ilişkilerini geliştirirken de, temkinli davranıyor. Düşürülen uçağını ve büyükelçi cinayetini asla unutmuyor. 

YANLIŞ İTTİFAKTAN DOĞRU SONUÇ ÇIKMAZ

Sadece Suriye’de değil, Irak’taki ittifakları da yanlış Türkiye’nin. Üslubu dikkatsiz, özensiz, tutarsız. O nedenle Irak genelinde etkisi sınırlı. Müttefiklerinin (Barzani, Haşimi ve Nuceyfi) etkisi de Kuzey Irak’ta yüksek, ülkenin tamamında o kadar değil. Üçünün de Bağdat’taki merkezi hükümetle arası açık. Haşimi gıyabında idama mahkûm edildi. Nuceyfi hakkında tutuklama kararı verildi. Bu da Türkiye’nin elini zayıflatıyor. Türkiye’ye yönelik tepkiyi artırıyor. Ne Haşimi ne Nuceyfi’nin, Türkiye’nin sandığı kadar itibarı, gücü yok ülke genelinde. Türkiye, Suudi Arabistan ve ABD’nin desteğiyle kurulan Ninova Muhafızları adlı Sünni milisleri yöneten Nuceyfi, Musul’un Sünniler tarafından özerk şekilde yönetilmesini istiyor. “Musul Sünniler tarafından özerk şekilde yönetilmezse, Irak üçe, dörde bölünür” diye tehdit ediyor.

ABD, o dönem, “Irak’ta harekâta katılacak olanlar, Bağdat hükümetinden izin alsın” derken, Türkiye “Musul’u Sünni Araplar, Sünni Kürtler, Türkmenler yönetsin” dedi. Sünni Türkmenleri kastetti. Türkmenlerin yarıdan fazlası, yaklaşık yüzde 60’ı Şii. Türkiye izlediği yanlış siyasetle Türkmenleri mezhep üzerinden böldü. Musul’u kimlerin yönetmesi gerektiğine, adlarını, sıfatlarını, mezheplerini belirterek karar vermeye çalışmak, sadece Irak’ta değil, İran’da, Suriye’de, Rusya’da da tepki çekti. Rusya’da uçak krizi sonrasında U dönüşü yapan, sonra özür dileyen diplomasi, Irak denkleminde de dışlandı. İlk tümcede “Irak’ın toprak bütünlüğünden yanayız” deyip, ikinci tümcede “Musul’da tarihsel haklarımız var. Lozan’da kaybettiklerimiz var” demek, hem çelişkili oluyor, hem Türkiye’yi tutarsız gösteriyor. Bölgede ve dünyada Türkiye’nin yayılmacı, mezhepçi, irredentist algılanmasına neden oluyor. Neo Osmanlıcılık, neo Abdülhamitçilik yaptığı yönündeki algıyı ve kaygıyı artırıyor.

İran; Irak üzerinde, Türkiye’ye oranla çok daha etkili. Anayasasında ve adında “İslam Cumhuriyeti” yazan İran, akılcı, gerçekçi, pragmatik davranıyor. Reel politiği gözetiyor. Jeopolitik konumunu, stratejik önemini verimli değerlendiriyor. Nüfusunun üçte ikisi Şii olan Irak’ta da, Suriye’de de, bölgede de nüfuzunu pekiştiriyor. Kaba, küstah bir dil kullanmıyor. Hangi söylemi, ne zaman, nerede, nasıl, ne kadar, kime karşı, hangi dozda kullanacağını biliyor. İslamcılığı da, Şiiliği de, Fars milliyetçiliğini de, Siyonizm karşıtlığını da, ABD düşmanlığını da, antiemperyalist diskuru da yerinde, zamanında, dozunda kullanıyor…

Sözün özü: Türkiye, birkaç yıl önce Türkmenlere bile, Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi lideri Barzani ile işbirliği yapmalarını önerecek kadar yanlış diplomasi izledi. Türkmenleri Şii – Sünni diye bölerek yanlış adımlar attı. Ezidi ve Hristiyanların zaten adını anmadı. Cumhuriyet’in dış politika anlayışından, laik felsefesinden uzaklaşmanın acısı hergün daha çok çıkıyor.
Misafir Avatar
İsim
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner80

banner87