Kültür-Sanat:
TÜRKİYE'NİN GELMİŞ GEÇMİŞ EN BÜYÜK KOMEDYENİ

 Gül Sunal ile Röportaj
İpek Özbey / Hürriyet Kelebek


TÜRKİYE'NİN GELMİŞ GEÇMİŞ EN BÜYÜK KOMEDYENİ

Kemal Sunal öleli 14 yıl oldu. Türkiye’nin gelmiş geçmiş en büyük komedyeniydi. 14 yıl oldu ve bu 14 yılda eşi Gül Sunal onu kimseyle paylaşmadı. Yaşadıklarını kimseye anlatmadı... Arkadaşlarıyla bile sadece ‘neşeli Gül' olabildiği zamanlarda görüştü... Onlar evlerinde çok mutluydu. O yüzden ne yaşandıysa o evde yaşandı. Ve bugün Gül Sunal, Kemal Sunal’ı o evden çıkardı, çok sevdiği seyircisiyle buluşturmak için bir kitap yazdı. Gül Sunal ile buluştuk.


Kitabın adı ‘Kemal, Hadi Gel Bi Kahve İçelim’, hep böyle mi derdiniz birbirinize?
Slogan gibi bir şey. Ben sürekli söylenirdim, Kemal sadece dinler, onunla kavga edilmezdi. Sonra dönüp, “Hadi bi kahve içelim” derdi. Ama benim içimi boşaltmamı beklerdi. Ya da “Bir daha seninle konuşmayacağım” diyerek kapıyı çarpar giderdim. Çarparım, açarım, “Kahve yapayım mı içelim mi?” derdim. Hatalıyım, özür dilerim değil de “Bir kahve yapayım içelim mi?” Birçok şeyin yerine geçen bir cümleydi bu. Bu arada kahveyle işimiz yok, söyleyemediklerimizin bahanesiydi o.

Kaç yaşındaydınız tanıştığınızda?
Ben 20, Kemal 29.

Nasıl tanıştınız?
O sahnedeydi, ben seyirciler arasında. Havuz sahnesi var. O havuza girmiş, bekçi geliyor, çamaşırları kucağında duruyor. Yani repliği yok, öylece durduğu bir sahne. Orada göz göze geldik.

Sonra...
2.5 sene mektuplaştık...

En çok nesinden etkilendiniz?
Gözlerinden. Kemal’in gözleri, birçok insana albenisi olmayan bir çift göz gibi gelebilir ama çok derin bakardı. Çok hüzünlüydü bir kere. Ona ne yaparsanız yapın ya da o size ne yaparsa yapsın en sonunda “Aman üzülmesin” dersiniz. Bebek gibi. Ezo bile ilkokuldayken ona bebek gibi bakıyordu. Hepimize merhamet duygusunu çok ağır yaşatıyordu.

Hüzünlü müydü?
Annesi de söylerdi, çocukluğundan beri bir mahzunluk vardı. Ama tabii çok eğlenceliydi de...

Filmlerinin dışında çok ciddi biri olduğu şehir efsanesi miydi yani? 
Kemal utangaç biriydi. Çok mütevazıydı. Böyle Kemal Sunal falan dedikleri zaman ne yapacağını şaşırır, kabuğuna çekilirdi. Mesela siz buraya gelseniz, yine yadırgar ama sonra güvenirse çok keyifli olurdu. Bir çok arkadaşımız var, söyleyip gülüyorlar, söyleyip gülüyorlar, öyle değil. Ağzının içinden mır mır bir şey söyler, onu yakalarsanız günlerce gülersiniz. Çok güzel gözlem yapardı. Sabahları uyanır, ben salonda bir şeyle uğraşıyor olurdum. O Ciguli taklidi yapardı. Başka gün başka biri gibi girerdi.

Mutlu bir aile hayatınız varmış...
Şimdiki evliliklere bakıyorum. Daha net görüyorum. Biz çok mutlu yaşamışız.

Ama siz de çok önemli bir figürsünüz ilişkide. “Biz hayatı bize verdiği kadarıyla yaşadık” diyorsunuz...
Bunu bilinçli yapmadık. O zaman öyle yaşadık gittik, herkes öyle zannediyorduk. İlk farklı aileleri okul açtığım zaman gördüm. Çünkü biz daha önce akrabalarımızla, arkadaşlarımızla görüşüyorduk. Herkes memnun ama bizler farklıydık. Ben kendimi değiştirmedim. Kemal de sıradan bir ev erkeğiydi. Biz onun star olduğunun farkında bile değildik. Bazı arkadaşlarımız var -belki zamanın ruhundan kaynaklanıyor- menajerleri var, ulaşmak zor. Kemal telefonlarını kendi açardı, oynayacağı şeye kendi karar verirdi. Hiçbir zaman şoförü olmadı mesela.

POLİTİKA KONUŞMAYI SEVMEZDİ

“Bugün yaşasaydı ne olurdu?” diye düşünüyor musunuz?
Düşünüyorum zaman zaman. Bilemiyorum, yani iş hayatında iyi bir yerde olurdu. Yaşantısından da bir şey değiştirmezdi. Belki öyle denk geldi, ben de o da çok tutucuyduk.

Nasıl tutuculuklar?
Bu evde 25-30 senedir eşyalar aynı. Onun koltuğu belli, benimki belli. Hayat görüşümüz değişmez. Yenilik güzel ama bize göre değildi. Biz muhafaza etmeyi seviyorduk.

Hâlâ bu kadar izlenmesinin nedenini çözebildiniz mi?
Kemal gerçekti. Sadece Kemal’in hayranları değil, iki yaşında çocuk da onu izlerken kilitleniyor. Sosyologların incelemesi lazım. 14 yıl oldu. Geçen gün Stockholm’deydik. Sanki o da yanımızdaymış gibi karşılandık.

Sizce filmlerinde sistem eleştirisi var mıydı?
O, sisteme çok naif bir şekilde başkaldırdı. Politika konuşmayı sevmezdi. 36’ncı kata yürüyerek çıkan adam tanıyorum. “Bu ülkenin kahrına senin sayende katlanıyoruz” diyorlardı. Geçen gün Stockholm’de biri Ezo’ya, “Bana babanız baktı” dedi. Ezo da şaşırdı, “Nasıl yani” dedi. Cevap: “Ablam çalışmak zorundaydı, babamı kaybettik, annem çalışıyor. İki Kemal Sunal filmini arka arkaya koyar, giderlerdi. Bilirlerdi ki ben onları izlemeden oradan kalkmam.”

Nasıl geçirirdi bir gününü?
Sabah uyanır, kahvaltısını yapar, gazete okurdu. Seri ilanlara kadar, saatlerce... Bizde ağır bir öğle yemeği hazırlığı olurdu. Çalışmadığı günlerden bahsediyorum. Birçok insan bilirdi, bunlar öğlen 1’de yemek yer. Bu tarafa işi düşen veya alışverişe çıkıp, yolu düşen eş dost gelirdi. Yine televizyona bakar, kitabını okur, telefonla konuşmayı severdi. Haftanın 3-4 günü akşam üzeri Çiçek Bar’a giderdi.

Ama eve erken dönerdi...
Akşam 8.30’da eve gelirdi. Herkes benim yüzümden zannederdi ama hayır. Yemeği evde yemek istiyordu. O geldiğinde sofra hazırdır, akşam mutlaka bir misafirimiz olur. Sıradan bir Türk ailesi gibi.

BİRBİRİMİZİ HİÇ KISKANMADIK

Ev dışında yemek yemeyi sevmez miydi?
Hiç sevmezdi. Seyahate gidiyorsa arabanın bagajına pazartesi, salı, çarşamba yenecekler diye yemekleri koyduğumu hatırlarım. Tatlı bile koyardım. İlla evden olacak yemek. 

Bugün Kemal Sunal’a benzettiğiniz bir komedyen var mı?
Hayır. O gözle bakmıyorum. Kıyaslamayı da sevmiyorum. Herkes özgün bir şey yapmaya çalışıyor. Kimsenin üzerine yük etmeye gerek yok. Kemal Sunal’a benzeyen de Cem Yılmaz’a benzeyen de çıkmayacak.

O kadar film çekiyor ama siz evinize bir buzdolabı alabildiğinizde bunu bir şenliğe çeviriyorsunuz. Çünkü paranız yok... Burada bir terslik yok mu? 
Onu hiç anlayabilmiş değilim. 19 Ocak 1975’te evlenmeye karar verdiğimizde, Salak Milyoner, Köyden İndim Şehire, Hababam Sınıfı, Salako, Yalancı Yarim gibi birçok film çekmişti. Bir ev tuttuk. Orada iyiydik, hamileyken doktor nemden dolayı oturmamamı söyledi. Ezo ve Ali’yi ilk kez o eve götürdüm geçenlerde. İnanamadılar. O kadar nem kokusu vardı ki evde. Misafir geleceği zaman patates kızartırdık, kızartma kokusu rutubet kokusunu bastırsın diye. Ama biz mutluyduk, bugün yine gider otururum, Kemal’in olması şartıyla tabii.

Paranız yok ama neşeniz varmış. Bugün sanki paramız yoksa neşemiz de yok...
Neyi sevdiğinizi biliyorsanız mutlu oluyorsunuz. Şimdi mutlu olmamalarının nedeni doyumsuzluk.

Birbirinize benzer miydiniz?
Aslında beni bıraksan şu masanın üzerine çıkar oynarım. Kemal daha ağır bir adam. Ben onun tarzına ayak uydurabildim.

Birbirinizi kıskanır mıydınız?
Bunu geçen gün çocuklar da sordu. Vallahi hiç aklımıza gelmedi birbirimizi kıskanmak. Çok da güzel kadınlarla film çekti. Mesela ben hiç film setine gitmedim. Hiçbir arkadaşımın kulisine girmem. Kendilerine özel şakaları olur. Böyle bir şey varsa onu görmekten hoşlanmam. İkincisi kocana güvenmiyorsan bırakacaksın. Bana ağır gelir, yanında kim var diye sormak bile. O da sormazdı. Özgürdük aslında ama ikimiz de bir yere gitmiyorduk. Bodrum’a gidiyordu 10 günlüğüne, iki gün sonra geri dönüyordu. “Yetti bu kadar” diyordu, demek ki huzurluyduk evimizde. Çok da eğleniyorduk.

Paranız olmamasına rağmen pek çok teklifi de reddediyor. Dizi çekmekten hoşlanmıyor... 
Evet dizi çekti. Yayımlandığı gün beş kanal birden karşısına yine Kemal’in filmlerini koydu. Kemal Kemal’e karşıydı. En az izlenen dizi oldu. O çok çekiniyordu, düşünsenize hep çok izlenmiş bir adamın işlerinin televizyonda izlenmemesini. Birtakım değerleri vardı, onun dışına çıkmak istemiyordu.

Bu kadar prensip, etrafında yaşayanları sıkıntıya sokar mı?
Ama öyle bir havası yoktu Kemal’in. Başka bir işte çalışıyor gibiydi. Çok sonra fark ettik ünlü olduğunu. Star havası yoktu. Bizim mutluluğumuzun sebebi de bu mütevazılıktı. Canımızın istemediği hiçbir şeyi yapmadık biz.

Aranızdaki şey neydi? Büyük aşk mı, dostluk mu?
Benim için dostluk çok önemli. Çok iyi arkadaştık. Güven çok önemliydi. O öldükten sonra bile çantasını açmadım. O istemezdi. Biz birbirimize güvenirdik.

Bazen de kadınlar bırakmaz şöhretli erkeklerin peşini ya, o yüzden soruyorum...
Kemal’in duruşundan kaynaklanan bir şey vardı. Bir iki telefon geldi, bazen ben şahit oldum. Onun dışında bir şey görmedim, hissetmedim. Hanım arkadaşlarını arabaya almazdı.

Nasıl yani?
Ayşen Gruda anlatmıştı. Bir akşam yağmur yağıyormuş. “Kemal beni Beşiktaş’a bıraksana” demiş. “Taksi paranı vereyim, kendin git” diye cevap vermiş. Almam diyor yani.

Tekrar üniversiteye gittiğinde kaç yaşındaydı?
48 yaşındaydı. Yüksek lisans tezinin konusu da kendisiydi. “Beni kimse araştırmayacak galiba, ben yapayım” dedi.

Etrafınız Metin Akpınar’dan Sezen Aksu’ya kadar pek çok şöhretli dostla çevrili ve siz bugün hepsini sevgiyle anıyorsunuz. Görüşüyor musunuz?
Tabii görüşüyorum. Hiçbir şey olmazsa telefonla. Sofralarımız devam. Perran, Sezen hepsi. Sanat dünyasında vefasızlık görmedik biz.

Ama başka yerde yaşadınız değil mi? “Hani herkesin sevgilisiydi” dediğiniz zamanlar oldu mu? 
E mesela mezarı konusunda yaşadım. Mezar işgaliyle suçlandım. Sonra bankalarla yaşadığımız sıkıntılar oldu. Çok yakın zannettiğimiz arkadaşlarımızla sevimsiz şeyler yaşadık. Unutuldu gitti. Ben hayatımdan çıkarmayı çok iyi öğrendim. Eskiden çok üzülürdüm, şimdi kafama uymuyorsa görüşmüyorum.

İNEĞİN ÇOCUĞU!

İnek Şaban’ filmi çocukların hayatını biraz zora sokmuş sanırım...
“İneğin çocuğu” diye çok dalga geçiyorlardı. Bitişiğimizde lise var, sürekli Kemal ile arkamızdan “Mö mö” diye bağırıyorlardı. Kemal bozulmazdı ama çocuklar içerliyormuş demek ki... Bir gün Ali okuldan geldi, çantasını yere attı, “Hepsi senin suçun” dedi... Anlamadım. “Cüneyt Arkın ile evlenebilirdin” dedi. Ona “Bakkal Gazi” diyordu. O güçlü ya, o yüzden onunla evlenmemi istiyordu.

Kitapta çalıştığı filmin kostümüyle gezdiğini söylüyorsunuz. Nasıl yani, mesela bulunduğunuz yere ‘Postacı’ kostümüyle mi geliyordu?
Aynen. Her yere. Çiçek Bar’a bile öyle gidiyordu. Bilemiyorum. Role mi giriyordu, kolayına mı geliyordu. ‘Kibar Feyzo’daki beyaz şalvar, ceket ve kasketle çok dolaştı mesela.

Kıyafetlerini siz seçiyormuşsunuz...
Tabii, Kemal çok renkli giyinmeyi severdi. Siyahları, lacivertleri yere atardı: “Yine mi siyah, yine mi lacivert” diye. Alışveriş yapmaktan hoşlanmıyordu ama renkli kıyafetler istiyordu.

Cimri diyorlar, doğru mu?
Hiç değil. O cimrilik nereden çıktı bilmiyorum. Belki toplayıp herkesi dışarı yemeğe götürmüyordu ama bizim evimiz herkese açıktı. Bize çok açıktı. Alışveriş yaparken çek karnesini imzalar, üstünü boş bırakırdı. Sormazdı bile. Cimrilik ne demekse, bilmiyorum. Tutumlu belki. Ben de tutumluyum. Savurmak yoktu. Belki gövde gösterisi yapmıyordu ama bütün aileye yardım ederdi. Öldükten sonra çok çocuk okuttuğunu öğrendim. Anlatmayı sevmezdi. Daha da saygı duydum. Belki bunları anlatsaydı, cimri denmeyecekti.

Ne tür müzik dinlerdi? 
Her şeyi dinlerdi. “Yeni çıkmış, bunu da almak, dinlemek lazım” diyordu. Bazen arabayı durdurup, inip oynadığını biliyorum. Türkü çok seviyordu, pop da dinliyordu. En çok İbrahim Tatlıses’i severdi.

Çiğköfteyi tavana atan tek tanıdığım ünlü İbrahim Tatlıses’ti. Kitaptan öğrendim ki Kemal Sunal da öyleymiş...
Ooo bütün aile. Akıllarına geliyor, sadece tavana değil, duvara her yere atıyorlardı. Sonra sofrada ne bulursa atmaya başlamışlardı. Oyun oynuyorlardı. Böyle eğlenceler olunca, dışardaki eller havaya bizi kesmiyordu, evde çok eğleniyorduk.

“Ölmeseydi, keşke şunu da yapabilseydik” dediğiniz bir şey var mı?
Çok şükür ki yok. Ben ölseydim o da aynı şeyi söyleyebilirdi. Biz birbirimize çok şey yapmadık, tek taşla falan işimiz yoktu. “Dışarı yemeğe gidelim” deyip, ondan da vazgeçiyorduk. Beklentilerimiz düşüktü. O yüzden keşkelerim yok benim.

Oğlunuz Ali (Sunal) için çok zor olmuş. Gece yarıları mezarın üzerine yatıyormuş... Nasıl atlattınız?
Psikolojik destek almadım. İnsan kendi kendini çözebiliyor. Ama galiba birazını şuursuz yaptım. Ezo’nun İngiltere’ye gitmesi falan benim yapabileceğim şeyler değildi. Ezo ilk gün “Seni üzecek hiçbir şey yapmayacağım” diye babasına mektup yazmış. Birbirimize dayanıyoruz. Çok sıkı bağlıyız birbirimize.

Eşinizi kaybettikten sonra maddi sıkıntı çektiniz mi? 
Zaman zaman para sıkıntısı çektiğim oldu ama borcum yok. Geç yaşımda başladığım iş hayatımda başarılı olduğum söyleniyor. Kimseye muhtaç olmadan yaşıyorum. Çok insan biriktirmiş olduğumu görüyorum ve bundan çok mutluyum.

KİTAPTAN...

Gitmeseydin, saklambaç oynardık yine evin içinde... Saklandığın yerden dakikalarca çıkmaz, çocuklar seni bulduğunda en çok sen bağırırdın heyecandan. Sabırla beklerdin nefes almadan, seni bulmalarını, kim bilir hangi kapının arkasında, küvetin içinde, yatağın altında...
Gitmeseydin, futbol oynardık salonun ortasında... Topu vermemek için ayağıma vurmana, günlerce topallamaya razıyım.
Gitmeseydin, vallahi az konuşurdum... Sen, gazete-kitap okurken yanında sessiz durmaya çalışırdım...
Gitmeseydin, çiğköfte yapardık. “Olmuş mu olmamış mı?” diye tavana, duvarlara atmanıza, beni çıldırtmanıza ses çıkarmazdım...
Olana razı olup, isyan etmeden beklemek en iyisi!.. Tamam...
Böyle devam edeceğim...
O varmış gibi...
Dolapları onun düzenlediği gibi, eşyalarına dokunmadan, yaşadığı sürece büyük bir özenle koruduğu kostümlerini, aksesuarlarını, belgelerini aynı özenle saklayarak, yatağın ‘sol tarafına’ asla geçmeden yaşıyorum. 
O varmış gibi...


Hürriyet Gazetesi
Misafir Avatar
İsim
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner80

banner87

KADINLARIN GİZEMLİ DUYGULARI TUALE YANSIDI
Türk resim sanatının genç yetenekleri arsında yer alan ve eserleriyle adından sıkça söz ettiren İç...

Haberi Oku