“STRATEJİK DERİNLİK”in İFLASI NELERE MAL OLDU?

İstanbul’un kalbinde patlayan bombalar sonucu 36'sı polis 44 yurttaşımız şehit oldu. Millet olarak onların yasını tutuyoruz. Meselenin güvenlik boyutuna, istihbarat boyutuna kafa yoruyoruz. Bunu yaparken, terörün beslendiği siyasal, toplumsal, ekonomik, kültürel iklimi, arkasındaki emperyalist merkezleri, dış siyasetteki zaafın iç politikaya nasıl yansıdığını da görmek gerekiyor. İç ve dış siyasetin, ekonomi ve politikanın birbirini nasıl etkilediğini, beslediğini bilmeden; bölgedeki gelişmeleri gözetmeden; emperyalizm gerçeğiyle yüzleşmeden; bütüncül ve kapsamlı bir strateji izlemeden; bünyesi zayıf düşmüş ülkemizin, emperyalizm destekli bu saldırılarla mücadele etmesi kolay değil. Siyasi, iktisadi, askeri, toplumsal güç unsurlarını eşgüdüm ve uyum içinde seferber etmek, milleti bilinçlendirmek, toplumdaki farklılıkları, ayrılıkları kaşımak, kışkırtmak yerine; aynılıkları, ortaklıkları, benzerlikleri güçlendirmek, pekiştirmek gerekiyor.  

Gerçekçi olalım. Coğrafi konumu gereği çok yönlü, çok boyutlu, çok merkezli bir dış politika izlemesi gereken Türkiye, tamamen ABD’ye bağımlı, Ortadoğu’ya odaklı, mezhepçi bir politika izlerse, sonu hüsrandır. Öyle de oldu. Avrasya’da güçlü olmak için Ortadoğu’da, Ortadoğu’da etkili olmak için Avrasya’da yere sağlam basmanın, sağlıklı ittifaklar kurmanın şart olduğunu göremeyen “Stratejik Derinlik” iflas etti. Bu iflas iç siyasete, toplumsal yapıya, ekonomiye de yansıdı. Açıklayalım…

Türkiye’deki Avrasya, ŞİÖ tartışmalarını desteklemek, arayışları teşvik ve tahrik etmek isteyen ŞİÖ, 2017 yılı için Enerji Kulübü dönem başkanlığını Türkiye’ye verdi. Verdi ama ŞİÖ’nün genişleme konusunda aceleci olmadığını da söyledi. Böylelikle hem Türkiye’ye mesaj verdi, hem de AB’nin yaşadığı deneyimden ŞİÖ olarak ders çıkardıklarını gösterdi. Dahası var, Türkiye’ye NATO’dan çıkmadan ŞİÖ üyesi olamayacağını da, Türkiye’nin batıya karşı ŞİÖ tartışmalarını diplomatik bir koz, taktik ve geçici bir çıkış, bir tür blöf olarak kullandığını da vurguladılar ŞİÖ uzmanları. Yani, “Zekâmızla alay etme, her şeyin farkındayız” demeye getirdiler.

DIŞ POLİTİKADAKİ HATALAR, TERÖRE ZEMİN HAZIRLAR

Türkiye, Avrasya’yı bilmediği gibi, Ortadoğu’yu da hiç tanımadığını gösterdi izlediği politikalarla. Misal; Irak genelinde Sünnici, Kuzey Irak’ta Kürtçü politikalar izledi. Sonuçta da sadece Şiilerden değil, Irak’ın bütünlüğünü savunan Sünnilerden de tepki çekti. Irak üzerinde zaten son derece etkili olan İran’ın, Irak’ta daha da güçlenmesine zemin yarattı Türkiye. Çünkü adında “İslam Cumhuriyeti” olan, anayasasında “İslam Cumhuriyeti” yazan İran, üslup konusunda çok özenli, dikkatli. 1980 – 1988 arasında savaştığı Irak’ta, Arap kimliğinin ne kadar etkili olduğunu biliyor. Irak nüfusunun üçte ikisi Şii olduğu halde, Şii Arapların hepsinin mezhepsel nedenlerle ABD işgalini desteklemediğini görüyor. Arapların önemli bölümünün mezhepsel aidiyet üzerinden ayrıştırılmaktan, hele de bunun bir dış güç tarafından yapılmasından memnun olmadığını saptıyor.

Türkiye’yi yönetenler ise İran’ın Irak üzerindeki nüfuzunun tek nedeninin Şiilik ortak paydası olduğunu sanıyor. Irak Şiilerinin Kerbela ve Necef, İran Şiilerinin Meşhed ve Kum ekolünden beslendiklerini hiç dikkate almıyor. İran’ın Irak üzerindeki nüfuzunun mezhep dışındaki dinamiklerden de beslendiğini kavramıyorlar. Arap – Fars rekabetini hiç hesaba katmıyorlar. Iraklı kimliğini, Arap kimliğini görmezden geliyorlar.

İran reel politik neyi gerektiriyor ise onu yapıyor. Pragmatik davranıyor. Şiiliği, Fars milliyetçiliğini, İslamcılığı, Siyonizm karşıtlığını, ABD ve emperyalizm düşmanlığını yerinde, zamanında, dozunda kullanıyor. Suudi Arabistan’la Körfez’de, Türkiye ile Suriye ve Irak’ta mücadele ederken, Azerbaycan - Ermenistan uyuşmazlığında ise Ermenistan’ı destekliyor. Kafkasya’da, Orta Asya’da, Hazar Havzası’nda radikal İslamcı akımlara karşı Rusya ile birlikte davranıyor. Taliban, IŞİD, El Kaide, El Nusra gibi terör örgütlerinin ABD yapımı olduğunu biliyor. Türkiye ile İran arasındaki rekabetin tarihsel, siyasal, toplumsal, kültürel, jeopolitik, stratejik, ekonomik boyutlarının yanına Türkiye’nin son yıllarda bir de mezhep boyutunu eklemesi, buna Irak ve Suriye’yi de dahil etmesi, bu politikayı da “Yeni Osmanlıcılık”, “Yeni Abdülhamitçilik” söylemiyle temellendirmeye çalışması, Türkiye’nin işine yaramıyor. Buna karşılık İran’ın elini güçlendiriyor.

BÖLGESEL AKTÖR OLMANIN ŞARTLARI NE?

Benzer bir hata Türkmen politikasında da görülüyor. Yüzde 60 kadarı Şii olan Irak Türkmenleri de mezhep üzerinden yapılan siyasete karşılar. Türkiye’nin Türkmenleri Şii – Sünni diye ayırmasını kabul etmiyorlar. Sünni Türkmenleri öne çıkarma çabasından rahatsızlar. IŞİD terör örgütü, Türkmenlerin yoğun olduğu bölgelere saldırdığında, Türkiye’nin Türkmenlere sahip çıkmadığından yakınıyorlar. Irak’ın en eğitimli, kentli, uygar kesimlerinden olan Türkmenler, Irak genelinde dağınık olarak yaşıyorlar. Irak’ın bütünlüğünü savunuyorlar. Türkiye’nin mezhepçi politikaları nedeniyle, İran’ın daha da etkinlik kazandığını belirtiyorlar.

Türkiye Irak’ın politik yapısını bilmediği gibi, demografik ve sosyolojik yapısını da bilmiyor. Misal; Haşdi Şaabi örgütünü, bütünüyle Şiilerden oluşan bir milis gücü sanıyor. Oysa bünyesinde 15 bin kadar Sünni olduğu gibi, Hristiyan, Şebak, Ezidi unsurlar da var. Üstelik örgüt, Irak’ın milli güvenlik yapısının bir parçası, oradan bütçe alıyor. Irak’ta etnik bazda Kürtler, ülkenin kuzeyinde yoğunlaşmış olarak yaşıyorlar. Ama dini topluluklar öyle değil. Ülke sathında dağınık haldeler. Coğrafi açıdan bütünleşmiş olmadıkları gibi, her etnik grup mezhep olarak da türdeş değil. Yani; aynı etnik kökene, aynı aşirete mensup olup, farklı mezhebe inanan milyonlar var. Misal; Arapların üçte ikisi Şii, Türkmenlerin yüzde 60 kadarı Şii…

Türkiye, eğer bölgesel aktör olmak istiyorsa, bölgedeki herkesle iletişim kurabilmeli. Herkesle ilişki geliştirebilmeli. Herkesi bir masa etrafında buluşturabilecek nüfuza, kanallara, güç unsurlarına sahip olabilmeli. Herkesle temas ve mesafeyi korumalı. Bunun aksi bir tutum, aksi bir algı sadece Türkiye’nin manevra sahasını daraltmaz. Aynı zamanda Türkiye’nin desteklediği grupların da elini zayıflatır. Misal; Iraklı Türkmenlerin Irak siyasetindeki etkisinin azalmasında, Türkiye’nin izlediği yanlış Irak politikasının, Türkmenleri Şii–Sünni diye ayırıp, Sünni Türkmenlere sahip çıkmasının da payı var.

Kıssadan hisse: Laiklik sadece Cumhuriyet’in, demokrasinin, toplumsal barışın, özgür düşüncenin, aydınlanmanın, bilimin değil, aynı zamanda sağlıklı ve tutarlı bir dış politikanın da temellerindendir. Türk dış politikasının son yıllardaki hali, bu gerçeği bir kez daha kanıtlamıştır.
Misafir Avatar
İsim
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner80

banner87