Ataklı-YORUM:
SOR BAKALIM BİR KENDİNE;
SOR BAKALIM BİR KENDİNE; "NEDEN BENDEN BU KADAR NEFRET EDİYORLAR?"

İyi akşamlar sevgili izleyiciler; Soma katliamının yaralarını sarmaya çalışıyoruz çalışmasına da iktidar ve yandaşları ilk günlerin şokunu üzerlerinden atıp “hattı müdafaa yok sathı müdafaa vardır, o satıh bütün vatandır” şiarına sarılıp her alandan saldırıya geçti.

İlk günlerden beri dikkatimi çeken bir noktayı sizlerle paylaşmıştım. İktidar ve yandaş medya, ilk iki gün maden sahibinden hiç söz etmediler, maden yönetiminin ihmalini bırakın bir kenara ihmal olabileceği ihtimalinden bile hiç söz etmediler.

Hepsi maden sahibini korudu

Önce Soma’ya gece gelen ve gömleğini iki gün değiştirmeyip çay simit yediği için adeta kahraman ilan edilen Enerji Bakanı “Madende yeterli güvenlik önlemleri alınmış ve denetimleri yapılmıştır” açıklaması yaptı. Olay günün hemen ertesinde Soma’ya gelen başbakan ayağının tozuyla maden sahibinin elini sıkıp gazetecilere “madende bütün güvenlik önlemlerin alındığını öğrendim” dedi.

Sonra Cumhurbaşkanı geldi, o da öğle yemeğini maden sahibinin yerinde yedi, güvenlik ihlali lafını diline bile almadı.
Yandaş medya bu açıklamaları haber yaparken, maden sahibi ile ilgili hiçbir şüpheyi dile getirmedi, adından bile söz etmedi.

Üçüncü gün sanki taş düştü

Sonra ne olduysa üçüncü gün oldu. Yandaş medyanın aklına birden maden sahibi geldi, geldi gelmesine de yapılan haberler bir tuhaftı. Çünkü kendileri maden sahibinden hiç bahsetmeyen yandaş medya “muhalif” olarak saldırdığı ama aslında yıllardır iktidar karşısında boynu bükük durmaktan öte hiçbir işe yaramayan bazı yayın organlarına “Siz neden maden sahibinden hiç bahsetmiyorsunuz, ihmalleri neden gündeme getirmiyorsunuz?” diye sordu.
Oysa tamamen Erdoğan’ın güdümündeki yandaş medya dışında kalan boynu bükük medya ilk andan itibaren maden ocağında güvenlik ihlali olup olmadığını sorguluyordu.

Kızdıkları medya soruyordu

Hürriyet Gazetesi ise maden sahibi ile daha önce yapılmış röportajları yayınlayarak aslında maden sahibinin daha önceleri en yüksek düzeyde güvenlik önlemleri alındığını açıklayan sözlerine yer verdi. Bu yayın grubu bunları yayınlarken haberlerinde ise “madem bu kadar yeni teknoloji kullanıldı, o halde bu kaza neden oldu?” diye sormayı da ihmal etmiyordu.

Bu işte bir gariplik görmüyor musunuz? İlk iki gün maden sahibinden hiç söz etmeyen yandaş medya ne oldu da birden maden sahibinin düşmanı kesildi. Öyle ki 4 gazete aynı gün aynı manşetle “hesap verme zamanı” manşetiyle çıktı.

Aynı manşetle çıkmak

Gazeteler aynı manşetle çıkabilir mi? Elbette. Örneğin çok önemli bir kişi öyle bir cümle sarfeder ki, gazeteler birbirlerinden hiç haberi olmasa bile gayrı ihtiyarı aynı başlığı atabilirler. Bunun en çarpıcı örneklerinden biri Başbakan Erdoğan’ın Davos’da İsrail Cumhurbaşkanı’na karşı çıkışıydı. Ertesi gün yandaş olanı olmayanı neredeyse bütün gazeteler “Başbakan’dan İsrail’e one minut” şeklindeydi.

Oysa savcılığın maden sahip ve yöneticileri hakkında soruşturma açtığı gün “şimdi hesap verme zamanı” lafını hiç kimse etmemişti. Ama her nasılsa yandaş gazetelerin tamamı aynı başlığı attılar.
Diyeceksiniz ki “bunların kafası hep aynı çalışıyor.” Hayır. Bu mümkün değil. Bir soruşturma haberinin 4 gazetede birden aynı başlıkla yayınlanması ne tesadüftür ne de ortak akıldır. Bu sadece talimatla yapılan bir iştir.

Amaç dikkat dağıtmak

Belli ki iktidar Soma katliamının aleyhine dönmesine karşı önlem almak için hedefe maden sahibini oturtarak dikkatleri başka yöne çekmek istiyor. Bu arada elbette hedefte maden sahibinin olması gerekiyor gerekmesine de burada ince nokta ilk iki gün iktidarın ve yandaşların neden maden sahibini korumaya aldıklarıdır. Keşke mantıklı ve akılcı bir cevap veren çıksa da biz de meraktan kurtulsak ya da yanlış yorum yapmasak.

İktidar ve yandaşların hedef saptırma çabaları sadece bu alanda sınırlı değil. Güya ölen işçiler için çok üzülüyormuş gibi yapıyorlar ama manşetleri, haberleri, köşe yazarları ortak bir dil kullanarak “Soma’dan bir gezi çıkartmaya çalıştılar, amaç Soma olayını bahane ederek Erdoğan’a bir darbe yapmak, onu iktidardan indirmekti” diyorlar.

Ters algı oldu

Bugüne kadar algı yönetimini başarı ile yaptıklarına ve halkın yarısına yakınını bu yolla etkilediklerine inanan iktidar ve yandaşları bu kez “ters algı” kurbanı olduklarına inanarak saldırı dozunu artırdılar.

Ters algıdan kastım şu; iktidar ve yandaşları yıllardır Erdoğan ve iktidarını korumak için sürekli eylem içindeler. İktidarın çok başarılı olduğunu, Türkiye’de yapılmayanları yaptıklarını, demokrasi mücadelesi verdiklerini, hukukun üstünlüğünü sağladıklarını, özgürlükleri en iyi koruduklarını, darbeler dönemini bitirdiklerini, vesayet dönemini sona erdirdiklerini, muhalefetin sadece yıkıcı propaganda yaptığını, Gezi olaylarında Vandalların ortalığı yakıp yıktığını, dükkânları yağmaladığını, polise ateş ettiğini ellerindeki medya gücünü kullanarak adeta beyin yıkar gibi anlattılar.

İktidarın aleyhine olabilecek her gelişmeyi de göğüslerini siper ederek savundular. Ayakkabı kutularında, elbise torbalarında, çikolata kutularında bulunan paraları inkar ettiler, “Bakara makara, paraları sıfırlayın, kalan 30 milyonla bari birkaç ev alalım, evladım evde kaç para kaldı, baba işte artan küçük bir şey var, bir buçuk milyon kadar” gibi telefonda yapılan konuşmalara montaj dediler, yıllardır bütün pis işlerini yaptırdıkları insanları bir anda tu kaka edip “onlar zaten paralelciler, haşhaşiler, casuslar, vatan hainleri” diye karaladılar.

Yüzde 45’le temizlik

Halkın yarısına yakınının bunlara da inandığı görüldü. Başbakan bütün olanlara rağmen yerel seçimlerde yüzde 45’e yakın oy alınca “görüyorsunuz milletim bunların hiçbirine inanmıyor ve bize bunlardan hesap sorulması talimatını veriyor” bile diye konuşabildi.

Ancak Soma olayından sonraki bazı gelişmeler bu beyi yıkayarak algı yaratma oyununu bozdu.

Başbakan Soma’ya gitti. Protesto edildi. Öyle ki protestolardan bunalınca bir markete sığınmak zorunda kaldı, ama iş burada bitmedi, sinirine hakim olamayıp gözüne kestirdiği bir protestocunun üzerine yürüdü, adam kaçınca “kaçma gel buraya lan, İsrail dölü” diye bağırdı. Korumaları adamı yakalayıp önüne getirince bir tane yumruk patlattı, sonra görevi polislerine devretti, onlar da adamı bir güzel dövdüler, genç bir kadın ne oluyor diye bağırınca onu da martketten dışarı fırlattılar.

Yuh çeken tokadı yer

Başbakan hızını alamadı kendisine yuh çeken bir göstericinin üzerine yürüyüp “sen başbakana yuh çekersen tokadı hak edersin” dedi. Bunların üzerine Soma’da yasadışı bir olağanüstü hal ilan edildi. Girişler çıkışlar yasaklandı. Avukatlar tartaklandı, kelepçelendi. İzmir’de hızını alamayan polis 10 yaşında bir çocuğu döve döve gözaltına aldı. Eli sopalı timler gösterici ve muhalif gazeteci avına çıktı, bazı televizyonculara gazetecilere saldırılar yapıldı, yayınlar engellendi.

Başbakan’ın danışmanı olduğunu öğrendiğimiz bir zat özel harekatta görevli iki polise kollarını tutturduğu bir genci yerde yatarken tekmeledi sonra gidip ayağım incindi teklemediğim kişiden şikayetçiyim dedi.

Hepsi kayıtlı herkes gördü

Sevgili izleyiciler bütün bu anlattıklarım hepimizin gözü önünde yaşandı, hepsinin kamera kayıtları ses kayıtları var.
Eee haliyle iktidar sıkıştı. O yumrukları tekmeleri nasıl anlatacaksın. Haydi Türkiye’de saf insanlar buldunuz, ama dünya yemiyor ki bunları. Bütün dünya gazetelerinde televizyonlarında manşet oldu bu haberler.

O ana kadar algı konusunda çok başarılı giden AKP bir anda algı kurbanı oluverdi. Hoşgörüsüz, tahammülsüz, muhalefeti ezmeye çalışan, herkesle kavga eden ve herkesi dövdüren, hakaret eden bir başbakan algısı AKP’lilerin bir kısmının bile zihnine yerleşmeye başladı.

İşte bu nedenle iktidar ve yandaşları yeni bir saldırı örneği vermeye başladılar. Açın bakın yandaş gazetelere, izleyin yandaş televizyonları. Hepsi ağız birliği etmiş gibi muhalefetin acıları sömürdüğünü, Soma’da ölenleri kimsenin umursamadığını, bütün amacın Tayyip Erdoğan’ı devirmek olduğunu yazıp söylüyorlar.

Tayyip Erdoğan nefreti

Bir de yeni slogan buldular. Neymiş “Tayyip Erdoğan nefreti yayıyorlarmış.” Muhalefetin nefretten gözü dönmüş. Yatıyor kalkıyor Tayyip Erdoğan’a nefret kusuyorlarmış.

Geçekten Tayyip Erdoğan’a karşı bir nefret var mı? Var tabii. Ama bu çok normal. Bizde veya başka ülkelerde seçimle bile gelse iktidarda olan kişilere nefret edenler hep olmuştur ve olacaktır.
Burada önemli olan bu nefretin dozu ve arkasındaki güçtür.

İlk kez kitlesel nefret

Tayyip Erdoğan Türkiye’de ilk kez kitlesel nefreti üzerinde toplayan bir başbakan oldu.

Bakın sevgili izleyiciler; zamanında Demirel’den de çok nefret eden vardı. Sonra Özal’dan nefret eden bir kitle çıktı ortaya. Mesut Yılmaz’dan da Tansu Çiller’den de, Necmettin Erbakan’dan da nefret edenler vardı.

Ama bu liderlere yönelik nefret ve öfke hiçbir zaman kitlesel boyuta ulaşmadı.

Demokrasinin gereğidir bu. Herkes oy kullanır. Bazen oy verdiği iktidara gelir, bazen de oy verdiği seçim kaybeder. Burada önemli olan oy vermediğiniz biri iktidara geldiğinde ona olan tahammül gücünüzdür. Ben Demirel’e de Özal’a da hiç oy vermedim. Hep kızdım, hep eleştirdim. Ama hiç nefret etmedim. Hep tahammül ettim.

Tahammül sınırını aştı

Oysa Erdoğan toplumsal olarak tahammül sınırlarını aştı artık. Elbette yüzde 45’e yakın oyu var, buna karşı muhalefetteki yüzde 55’in büyük bölümünün nefretini kazandı.

Burada tekrarlamak bile hoşuma gitmiyor ama bugüne kadar hiçbir başbakana katil ya da hırsız diye bağırılmadı mitinglerde, kalabalıklarda.

Özal’dan nefret edenler vardı ama büyük bir kitle tahammül ederdi. Kızardı sadece. Demirel’i, Yılmaz’ı, Çiller’i ötekileri de öyle. Erdoğan’a karşı tahammül sınırları aşılıyor ve nefret daha öne çıkıyorsa, kendisi de yandaşları da bunun nedenlerini araştırmak için biraz kafa yormalı.

Neden benden nefret ediyorlar?

“Erdoğan Türkiye’yi dünya lideri yapmak üzere, içte ve dışta bunu çekemiyorlar, saldırılar bu yüzden” gibi sığ ve mantıksız laflar üretmek yerine “Ne oldu da halkın bir bölümü sadık biçimde arkamda dururken yarıdan fazlası benden nefret eder hale geldi, daha önceki hiçbir liderden böyle nefret edilmezken neden benden böyle nefret ediliyor, ben bir yerde hata mı yaptım acaba?” diye düşünmeli.

Ancak sevgili izleyiciler, başbakan Erdoğan’ın bunu yapacağını hiç sanmıyorum. Açık söyleyeyim, bütün iyi niyetimle, Soma’da başına gelenlerden sonra Ankara’ya dönünce, hatta biraz ailesiyle baş başa kalınca “Ben de sinirlerime hakim olamadım, Soma gibi acılı bir olayın da etkisiyle daha sakinleştirici, uzlaştırıcı ve kucaklayıcı olmalıyım” diyerek tavır değişikliği yapabilirdi.
Oysa galiba başbakan artık toplumun tümünü kucaklamayı, sertliğinden, otoriterliğinden taviz vermeyi karakter bozulması gibi algılıyor, bu nedenle de daha da sertleşiyor.

Yine kin ve nefret konuşması

Örneğin neydi bugünkü grup konuşması öyle. Bu kadar kin ve nefret söylemiyle ne yapmak istiyor başbakan? Yandaşlarının çarpıttığı bir konuşmayı bahane ederek bir gazeteciye söylediği sözler aklı selim sahibi birinin söyleyeceği sözler midir?
Sürüngen dedi başbakan Yılmaz Özdil için. Öyle bir hiddetle konuşuyor ki Erdoğan, Yılmaz Özdil’i ruh hastalarının önüne atıyor, sanki “görün bunun hesabını” diyor.

Oysa dün de anlattım. Özdil katıldığı bir televizyon programında Başbakan’ın Soma katliamı konusundaki umursamaz tavını eleştirmek için “onca madencinin ölümüne kader diyor, kazadır olur böyle şeyler diyor, işçinin fıtratında bu vardır diyor, sonra bu insanları alıp mitingine götürüp kendini alkışlatıyor bu durumda ölümlere müstahak denilebilir” dedi.

Özdil burada ironi yaparak “yani başbakan bir bunların ölümü müstahaktır demedi” demeye getiriyor. İşte yandaş yalakalar en sıkıştıkları anda Özdil’in bu ironisine can havliyle sarıldılar ve şimdi üste çıkmaya çalışıyorlar. Öyle ki bugünkü gazetelerde Özdil’in sözleri iyice çarpıtılmış “Yılmaz Özdil (Bunlar AK’ye oy verdiler o halde ölmeleri müstahaktır) diyor” diye bile yazabildiler.
Yahu bunlarda bırakın ahlakı, namusu vicdanın kırıntısı bile yok.

Yılmaz Özdil’e dava açılsın ki…

Şimdi ne olmalı biliyor musunuz? Başbakan’ın bugünkü nefret dolu konuşmasından sonra bir savcıya talimat verilsin, o da Özdil hakkında soruşturma açsın. Niye istiyorum bunu biliyor musunuz? İşte o zaman Özdil’in konuşması mahkeme huzurunda dinlenecek. “İşçiler müstahaktı” demediği ortaya çıkacak. Böylelikle iktidarın ve yandaş yalakalarının dillerine doladıkları bir yalan mahkeme kararıyla ortaya çıkarılmış ve tarihe geçirilmiş olacak.

Evet arkadaşlar uyarıyor, biraz da uzamış konuşmam. Yarın akşam tekrar buluşmak üzere hepinize iyilikler dilerim. Hoşça kalın.



Sor bakalım bir kendine; “Neden benden bu kadar... paylaşan: ulusalkanal

Ulusal Kanal
Misafir Avatar
İsim
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner80

banner87

MEĞER ERDOĞAN GELENE KADAR BU ÜLKEDE HİÇBİR...
Video Haber: "Can Ataklı'dan 11.07.2014 Cuma, Günün Yorumu..."

Haberi Oku