ÖNERİ

Bilim Kurulu derhal istifa etmeli

Dünyanın başına musallat olan koronavirüs, bundan tam bir yıl önce kasım ayının sonlarında Çin’in Wuhan kentinde ortaya çıkmıştı.

Virüsün “çok ciddi” bir tehdit olduğu gerçeği ise aralık ayının sonunda anlaşılmış ve Çin’de alarm verilmişti.

Çin dışında dünyanın tehlikeyi fark etmesi ise şubat ayının ortalarında gerçekleşmişti.

“Bize bir şey olmaz” ilkel mantığının en iyi temsilcilerinden AKP iktidarı ise ancak nisan ayında ilk ölüm vakasını kabul etmiş ve ardından ilk önlemler alınmaya başlanmıştı.

Hatırlayın o günleri, babacan tavrıyla Sağlık Bakanı kameraların karşısına geçiyor, vakaların kaç olduğunu söyledikten sonra entübe hastaların durumunu anlatıyor ve ölüm sayılarını açıklıyordu.

Kamuoyu bu babacan bakanı sevmişti.

Ama bu kısa sürdü.

Muhtemelen “kimse benden öne geçemez” duygusu sarayı etkisine almıştı ve bir de baktık ki bakanın renkli basın toplantılarının yerini “Twitter üzerinden bilgilendirme” almış.

İktidar hesapta “işi ne kadar ciddi tuttuğunu” göstermek için bir de “Bilim Kurulu” oluşturmuştu.

Bilim Kurulu da kamuoyu tarafından benimsendi, sevildi sayıldı.

Ancak günler geçtikçe işin rengi de iyice değişmeye başladı.

Medeni ülkelerin yöneticilerinin gözü kulağı kendi bilim kurulunda olurken Türkiye’de kararlar saraydan veriliyordu.

Bilim Kurulu kısa bir süre sonra sadece “adı parlak” bir heyet haline dönüştü.

Kamuoyu “bilimsel bilgileri” dahi saraydan alır oldu.

Bilim Kurulu’nun hangi konuda ne söylediği, ne önerdiğinin bir önemi yoktu, önemli olan AKP Genel Başkanı’nın söylem ve kararları idi.

Aylardır en azından kendi hesabıma bu durumu vurguluyor ve Bilim Kurulu’nun daha etkili ve yetkili olması gerektiğini anlatmaya çalışıyorum.

İlk haftalardan itibaren koronanın Sağlık Bakanlığı’nın kontrolünde olmadığını, her gün ilan edilen rakamların bakanlık kaynakları tarafından değil, saraydaki danışmanlar tarafından düzenlendiğini biliyor ve söylüyorduk.

Ama nedense Bilim Kurulu’ndaki üyeler, herhalde aldıkları çok yüksek maaşın da cazibesi ile seslerini çıkarmıyordu.

Açıkçası Bilim Kurulu hiçbir işlevi olmayan, dışa karşı gösteriş için kullanılan bir heyet haline geldi.

Şimdi gerçek ortaya çıktı.

Sarayın, sağlık bakanına aylardır yanlış ve eksik bilgi verdiği bizzat Sağlık Bakanı’nın sözleriyle kanıtlandı.

Gerçeğin ortaya çıkması, Bilim Kurulu adı altında görev yapanların da ne kadar sorumsuz ve bilime aykırı davrandıklarını göstermiştir.

Kendi adıma zaten adlarının önünde cafcaflı unvanlar bulunan kişilerin, kendilerini siyasi bir zihniyete teslim etmelerini, bilim insanı olmalarına rağmen bilime saygı duymamalarını, alınan siyasi kararlara karşı sessiz kalmalarını, bilimsel verilerin saklanmasına hiç itiraz etmemelerini ve durumu kabullenmelerini hiç anlamamıştım. Bunu yazılarımda ve televizyon konuşmalarımda da defalarca ile getirdim.

Şimdi halk deyimi ile “şapka düştü, kel göründü.” O halde Bilim Kurulu adı altında aslında “Ne biliiim ağbi” mantığı ile tufeyli gibi oturan ve bu milletin kaynaklarını israf eden heyet üyeleri onurlu davranmalı ve istifa etmeliler.

Tabii bir olasılık daha var.

Bilim Kurulu üyeleri bilim insanı olduklarını hatırlayarak gerçek görevlerini yapmaya başlayıp saraya yaranmak için sessiz kalmak ve gerçeklerin saklanmasına aracı olmak yerine bilime uygun davranabilirler.

Tabii asıl istifa etmesi gereken bakandır ama biliyorsunuz bakanlar istifa edemiyor ancak görevden affedilebiliyorlar.

BUNU YAZMAK GEREK

İmamoğlu olmasa saklamaya devam edeceklerdi

Sağlık Bakanı aylardır saraydan gelen gerçek olmayan bilgileri açıklıyor.

Eğer Ekrem İmamoğlu İstanbul’da her gün toprağa verilen vatandaşlarının kaçının “bulaşıcı hastalıklar nedeniyle öldüğünü” açıklamasa muhtemelen bakanın gerçek olmayan bilgileri paylaşması devam edecekti.

Oysa cenaze kaldırma görevi belediyelerin ve İstanbul’da çeşitli nedenlerle ölen ve toprağa verilenleri gizlemek pek mümkün değil.

Buna rağmen bakanlık ve AKP yetkilileri bir süre İmamoğlu’nu yalanlamaya hatta iftira attığını söylemeye çalıştılar.

Ama bu kılıf minareyi örtmüyor.

Sonunda çaresiz kaldılar ve durumun ne denli vahim olduğunu açıkladılar.

Şimdi sıra İmamoğlu’nun enflasyon ve işsizlikteki gerçek oranları açıklamasında artık.

SORDUM ÖĞRENDİM

İŞTE KORONA BİLİM KURULU ÜYELERİ VE UZMANLIK ALANLARI

Ateş Kara: Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi-Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları

Levent Akın: Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Epidemiyoloji

Tevfik Özlü: Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi-Göğüs Hastalıkları

Ayşegül Füsun: Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi-Göğüs Hastalıkları

Recep Öztürk: İstanbul Medipol Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji

Firdevs Aktaş: Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi- Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji

Serhat Ünal: Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi- Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji

Alpay Azap: Ankara üniversitesi Tıp Fakültesi-Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji

Yeşim Taşova: Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi- Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji

Hasan Tezer: Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi-Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları

Şebnem Erdinç: Sağlık Bilimleri Üniversitesi Ankara Eğitim Araştırma Hastanesi-Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji

Aydın Yılmaz: SBÜ Ankara Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi-Göğüs Hastalıkları

Rahmet Güner: Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi Ankara Şehir Hastanesi-Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji

Canan Ağalar: SBÜ Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi-Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji

Müşerref Şule Akçay: Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi-Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları

Akın Kaya: Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi-Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları

İlhami Çelik: Kayseri Şehir Eğitim ve Araştırma Hastanesi- Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji

Levent Yamanel: SBÜ Gülhane Eğitim ve Araştırma Hastanesi-Yoğun Bakım ve İç Hastalıkları

Zeliha Tufan Koçak: YÖK Yürütme Kurulu Üyesi-Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji

Serap Şimşek Yavuz: İstanbul Tıp Fakültesi-Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji

Mehmet Doğanay: Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi-Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji

Figen Çizmeci Şenel: Türkiye Sağlık Hizmetleri Kalite ve Akreditasyon Enstitüsü Başkanı

Mehmet Ceyhan: Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi-Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları

Gülay Korukluoğlu: Ulusal Viroloji Laboratuvar

Ayla Aydın: Sağlık Bakanlığı Bulaşıcı Hastalıklar Dairesi Başkanı

Ali Göktepe: Sağlık Bakanlığı Sağlık Tehditleri Erken Uyarı ve Cevap Dairesi Başkanı

Selçuk Kılıç: Biyolojik Ürünler Dairesi Başkanı

Cemil Güneş: Hukuk Müşaviri

KARANTİNA GÜNLERİ

29 Ekim mesajı bile kuruluş felsefesine aykırı

Bu yıl Cumhuriyet Bayramı’nda ne yazık ki korona nedeniyle hastanedeydim.

Cumhuriyet Bayramı sabahı AKP Genel Başkanı’nın mesajını okurken “tek parti diktasından” söz etmesinden ciddi rahatsızlık duydum.

O günün atmosferinde aldığım notlar şöyleydi;

“Erdoğan’ın 29 Ekim mesajı bile kuruluş felsefesine aykırı. Diyor ki, ‘Türkiye demokrasi ve kalkınma mücadelesini tek parti diktasından darbelere, vesayetin tasallutundan terörle mücadeleye kadar birçok engeli aşarak sürdürmüş bir ülkedir. Bu uzun ve zorlu süreçte karşılaştığımız sıkıntılar, milletimizi istiklal ve istikbal davasından döndürmek bir yana, tam tersine azmini bilemiştir. Cumhuriyetimizin kuruluşuna varan kurtuluş mücadelesinde, 7’den 70’e kenetlenen tek yürek, tek yumruk olan milletimiz bugün de birlik, beraberlik ve kardeşlik içinde geleceğini inşa etmektedir’

Kuruluş yıllarından tek parti diktası olarak söz ediyor. Tabii sorarsanız Atatürk’ten sonrasını İsmet İnönü’nün cumhurbaşkanı olduğu dönemi kastettiğini söyleyecektir.  Ama yanlış. Çünkü o tek parti dönemi aslında 1945 ile 1950 arasını kapsamaktadır. Bu dönemde çok partili hayata geçilmişti ve İnönü iktidarı salındığının aksine astığı astık kestiği kestik güçlü bir iktidar değildi. Peki 1938-1946 arası ne oldu? Şunu unutmamak gerek. Atatürk öldükten ve İnönü cumhurbaşkanı olduktan tam bir yıl sonra 2. Dünya Savaşı patladı ve 6 yıl sürdü.  Bütün dünyanın kana bulandığı bir sırada tek kişinin bile burnunun kanamadığı döneme tek parti diktası demek en azından haksızlıktır.”

CANIMI SIKAN ŞEYLER

Sarıklı öğrenci; “Kadın-madın dinlemem döverim”

Tarihçi Mustafa Solak’tan bir bilgi notu aldım.

İktidarın “kindar-dindar” nesil yetiştirme hayali ile eğitim sistemini hallaç pamuğu gibi atması, ders kitaplarına bilimsel gerçekler yerine hurafeleri sokmasının yarattığı sonuçları irdeleyen Mustafa Solak’ın bu yazısını sizlerle de paylaşmak istedim;

Aydın İmam Hatip Lisesi’nde görev yapan kadın öğretmen, 15 Kasım’da, Arapça dersine girdiği sınıfta, 3 öğrencinin şalvarlı-sarıklı oturmasına itiraz edince tehdit ve hakarete maruz kaldı. Öğrencilerden biri “Sen benim sarığımı çıkaramazsın. Kadın başına konuşma, zaten saçını başını açıp gelmişin, kadın-madın demem döverim” diyerek öğretmenin üzerine yürüdü. Öğretmen  ‘Kolaysa döv’ dediğinde, ‘O günler de gelecek, merak etme’ dedi.

Olay çeşitli boyutlarıyla ele alınabilir, ancak kadına reva görülen anlayışa dikkat çekmek istiyorum. Erkeğin, kadının başının açık olmasını sorgulaması, kadını dövme hakkını kendinde görmesi, bireysel bir mesele olarak görülerek disipline veya yargıya havale edilerek geçiştirilemeyecek kadar önemli. Zira bu tür olayların giderek artabilecek olmasının kaynakları üzerinde durmalıyız. Bu kaynaklarından biri olan ders kitaplarını ele alacağım.

2017 yılında değişen müfredatla birlikte kadın; cinsel bir obje gibi görülerek toplumsal yaşamdan, iş hayatından uzaklaştırılması, saklanması gereken bir varlık olarak görülmektedir. Ders kitaplarında özgürlüğü elinden alınarak erkeğin kölesi haline getirilen kadın anlayışını görebiliriz.

Ders kitaplarında kadını köleleştiren şu ifadeler yer almaktadır:

 Kocaya 4’e kadar çok eşli olma hakkı.

 Anneleri ile zifafa girilmeyen üvey kızlarla evlenilebilir.

 Boşama yetkisi kocaya verilmiştir, koca yetkisini başkasına devredebilir.

 Boşama için kocanın mahkemeye gitmesine gerek yok, “boş ol” demesi yeterli.

 Boşamadığı halde kasten yanlış beyanda bulunan Maliki ve Hanbeli eşini boşamış sayılıyor.

 Zifaf gerçekleşmeden yapılan boşama geçerlidir.

 Kadını adetli iken boşamak geçerli.

 Çocuk olmaması boşanma sebebi sayılıyor.

 Mirastan kız çocuklara, erkeğin yarısı kadar pay verilir.

 Kadının “açmasına izin verilen avreti; yüzü, bilekleriyle birlikte elleridir.”

 Mezheplere göre avret yeri, farklı düzenlendi.

 Elbise, karşı cinsin dikkatini çekmemeli.

 Kadına bakmak haram.

 Kürtaj “cinayettir” yaklaşımı.

 Estetik yasak.

– Tekfir eden (dinden çıkan) erkekse Müslüman bir kadınla evlenemez.

– Dinini ve ahlakını beğendiğiniz dünürün oğluna kızınızı vermezseniz yeryüzünde fitne ve bozgunculuk olurmuş.

– Kadın, eşinin sevmediği kimseleri evinize sokmamalı ve hoşlanmadığı kimselerle konuşmamalı imiş.

Bu kitaplardaki hususların öğretildiği öğrenciler, benzer olayların daha fazlasını yapacaktır. Dolayısıyla ders kitaplarındaki bu hususların ayıklanması ve/veya kadının onuruna, haklarına yönelik yorum geliştirilmesi gerekir.

https://twitter.com/can_atakli_

Misafir Avatar
İsim
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner80

banner87