Gündem:
"CEMAATİ ANLATAN 4 KİŞİYDİK; 3'Ü ÖLDÜ"

Son günlerde gerçekleşen Cemaat operasyonlarından sonra uyanmaya başlayan bazı yazarların 28 Şubat döneminde sessiz kalmasını eleştiren Yaşer, o dönemde Cemaat'i anlatan 4 kişi olduklarını ve bunlardan üçünün öldüğünü hatırlattı.

Yaşer'in yazısı şöyle:

"Ayşenur Arslan 03 Ağustos 2014 tarihli Yurt Gazetesi’nde yayımlanan köşe yazısında, Fetullah Gülen’in ATV’de 18 Haziran 1999 tarihinde yayımlanan “Anayasal Güçlerle” ilgili sözlerinin yer aldığı ünlü kasetinin yankılarını aktardı ve Gülay Göktürk’ün birkaç gün süreyle Bugün Gazetesi’nde kaleme aldığı aynı kasetle ilgili yorumlarını eleştirdi.

Çeşitli zamanlarda bu malum kasetle ilgili ortaya atılan yorumları, bu kaset kadar ünlü duayen gazetecilerin görüşlerini hep hayretle izledim.

KALEMŞÖRLER

Türkiye’de çoktandır bazı insanlar utanma duygularını yitirdikleri için, çok fazla da önemsemedim. Esasında, cemaatin gerçek yüzünü daha o zamanlarda, 1999 yılında cesaretle ortaya koydukları için, Ayşenur Arslan ve Ali Kırca’ya Türkiye’nin teşekkür etmesi lazımdı. Ama, o sağduyuya sahip insan sayısı herhalde o tarihlerde oldukça azdı.

Şimdi bakıyorum da, meğer sağduyu sahibi, gerçekleri görebilen ne kadar çok insan ve gazeteci varmış. Birdenbire, çok yükseklere taşınan malum şahsı ve cemaatini aşağılara sürüklediler ve hemen herkes ve pek çok kalem cemaat düşmanı oldular.

Bunlar, sinsice sürdürülen ve çağdaş Türkiye’nin tüm değerlerini yok edecek bir hareketin izlerini taşıyan Gülen’in onlarca kaseti yayınlanırken neredeydiler?

Küçük yaşta cemaatin eline düşen Anadolu’nun yoksul çocuklarının yaşam öykülerini hiç mi duymadılar, dinlemediler. İki tane cesur öğrencinin hayat hikayelerini yazdığı ve 206 Sivil Toplum Kuruluşundan oluşan Sivil Toplum Kuruluşları Birliği’nin 1998 yılında yayımladığı “HOCANIN OKULLARI” kitabını da mı görmediler.

Korku içinde  basın mensuplarının karşısına çıkan ve yaşadıklarını birebir anlatan bu iki gence ne yazık ki bizlerden başka sahip çıkan olmadı. Yalnız bırakıldılar. Ve yine cemaatin eline düştüler. Diğer bir mağdur üniversite öğrencisinin, “Ceviz Kabuğu” televizyon programında söyledikleri de cemaatin gerçek yüzünü anlatıyordu.

Bütün belgeler ortadaydı. Ama bu kalemler, o zamanlar başka şarkılar söylüyorlardı. Gerçekten çok acı…

GÜLEN’İN KASETLERİ... SONUN BAŞLANGICI...

Çünkü, kasetin yayımlandığı 18 Haziran 1999 tarihi, Türkiye’de pek çok masum insanın yaşayacağı bir trajedinin başlangıç noktasını oluşturdu.

Kasetin yayımlandığı o gece, ATV’nin canlı yayınına katılan ve Fetullah Gülen cemaati ile ilgili bilgileri ortaya koyan 4 isim vardı: Sevgili Necip Hablemitoğlu, Sevgili Türkan Saylan, Sevgili Kemal Yavuz ve ben Gülseven Yaşer. Biliyorsunuz, bu değerli üç insanımızı da kaybettik. Işık içinde olsunlar… Nasıl kaybettik peki?

Sevgili Necip, evinin önünde bir akşam vakti alçakça bir cinayete kurban gitti. 18 Aralık 2002 tarihinde, Ankara’da. Recep Tayyip Erdoğan’ın ifadesiyle, “Ört bas edilen cinayetin” katili hala bulunamadı…

Toplumu çağdaşlaştırma amacıyla özveriyle yola çıkan Türkan Saylan’ı, düzmece bir planla hazırlandığı artık ortaya çıkan Ergenekon davası, tüm sevdiklerinden kopardı aldı…

Emekli Orgeneral Kemal Yavuz. Yine Ergenekon Davası! Bu intikam davasının acılarının, tahammül edilemeyen koşullarının alıp götürdüğü bir başka özel insan…

Ve sevgili ülkemden uzakta özlem içerisinde yaşayan ben. Gülseven Yaşer. Ve yine Ergenekon!.

Böylesine bir rastlantı olabilir mi?

O gece yayında, cemaatle ilgili bizlere ulaşan gerçekleri, geleceğimizin güvencesi olan genç kuşakların bu tür tarikatlar eliyle nasıl yetiştirildiklerini örneklerle anlatmaya çalıştık. Yaşadıklarımız, kayıplarımız ve geldiğimiz nokta ortada…

Bütün bu yaşanan acıların altında, o günlerde gerçeklere gözlerini kapatan tüm bu kalem ve koltuk sahiplerinin, yaşananlar karşısında suskun kalanların günahları yok mu sizce?

Her Dönem Aynı İsimler

Şimdi Gülay Göktürk’ten ya da diğerlerinden cemaati dinliyoruz. Daha önceleri de Ali Kırca’yı ve Ayşenur Arslan’ı yine bu kaset nedeniyle eleştiren gazeteciler oldu.

Bu kasetlerin daha önce kendilerine geldiğini, ama yayımlamadığını övgüyle anlatan meşhur bir gazetecimiz var: Reha Muhtar. Bu muteber şahsa, din adamı kisvesi altında çalışan birinin ülkenin anayasal güçlerini ele geçirme stratejisini anlatan görsel kaseti geliyor ve bir gazeteci olarak haber değeri taşıyan bu olayı kamuoyuna sunmuyor. Ve bununla da övünüyor.

Ve diğer bir duayen gazeteci de, vefat etmiş olan M.Ali Birand. Ali Kırca ve Ayşenur Arslan’ı eleştirerek, Onları 28 Şubatçı olmakla suçlamıştı. Oysa bu yayının, 28 Şubatçı haksız nitelemesiyle veya 28 Şubatçı olmakla hiç bir ilgisi yok. Çünkü, tamamen Sivil Toplum Kuruluşlarına gelen ve Fetullah’ın okul ve yurtlarında eğitim görmüş iki öğrenciyle başlayan olayların devamı. 

CEMAATE DOKUNAN HER DÖNEMDE YANMIŞTIR

Bizler o zaman, nasıl tehlikeli bir mücadeleye başladığımızı, hepimizin yaşamını değiştirecek, hayatlarımıza son verecek bir örgütle çatıştığımızın farkında değildik. Bu gençlerin yaşadıklarıyla, bu kasetlerde ortaya çıkan bilgilerle, cemaatin toplumun geleceği için çok tehlikeli olacağını, yetkililere, siyasilere, medyaya anlatmak istiyorduk. Nitekim bugün uyandıklarını ileri sürenler, şimdi yana yakıla cemaatin ne kadar korkunç olduğunu bize anlatıyorlar. Gerçekten çok gülünç ve o kadar da acı. Ergenekon, Balyoz vb. davalarla kaç erdemli kişinin, ailenin hayatları karartıldı.

Sadece bu acı tablo bile, o zamanlar sessiz ve suskun kalanların ya da devam eden süreçte cemaate arka çıkanların ve cemaatle birlikte yürüyenlerin, utanç duymaları gerektiğini tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor.

Ayrıca, böylesine önemli bir kaset olayının 28 Şubatçıların eseri diyerek gözardı edilmesi, hangi habercilik anlayışı ile bağdaşabilir. Bu dönem birileri tarafından tümüyle reddedilirken, 28 Şubat döneminde ulusal eğitimde, büyük mücadelelerden sonra ilk kez 8 yıllık kesintisiz ilköğretimin gerçekleştirildiği kasıtlı olarak unutuluyor. Türkiye’de tüm değerler öylesine hırpalandı, insanlarımız öylesine harcandı ki, bütün olanlardan acı duymamak mümkün değil. 

O gece ATV’de yayın boyunca, Fetullah Gülen ve temsilcilerine programa katılmaları ya da daha sonrası için davet yapıldı. Ama hiç kimse ekrana gelemedi. Çünkü onlar yüz yüze değil, arkadan sinsice kurguladıkları komplolarla yaşıyorlar. Hiçbirimizin karşısına mertçe çıkamadılar.

Ben şahsen kaç kez, herhangi bir TV ekranında ya da üniversitede öğrenciler karşısında, Fetullah Gülen’le karşılıklı tartışmak istediğimi ifade ettim. Ama Gülen, bu cesareti gösteremedi. Çünkü O’nun, söylediklerini aynen dikte edecek gazetecileri vardı ve hep onlarla TV programları yapıldı.

Geçtiğimiz yıllarda James C. Harrington tarafından yazılan ve ABD ile ülkemizde dağıtımı yapılan “Fetullah Gülen’in Hukuk Serüveni” isimli kitapta, benim yerim yine çok özel olarak ayrılmış. Bu kitapta, Ali Kırca’nın o yayın nedeniyle özür dilediği yazılıyor. Ali Kırca o tarihi yayın için özür diledi mi bilmiyorum ve ihtimal de vermiyorum. Çünkü, cemaatin yayın organlarının gerçek dışı bilgi yayma, karalama, çarpıtma sabıkaları o kadar çok ki. Bunu, cemaatin hedefindekiler çok iyi biliyor.

Cemaatle mücadele edenlerin başlarına neler geldiği konusunda da herkes çok şey biliyor artık. Ama çok geç…

Bazen düşünüyorum, o yayına katılmasalardı, kaybettiklerimiz belki de hala hayatta olurlardı…

Ne dersiniz?

Gülseven G. Yaşer
Çağdaş Eğitim Vakfı Onursal Başkanı


ODA TV
Misafir Avatar
İsim
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner80

banner87

BURSALI, ERDOĞAN'dan ÖZÜR DİLEDİ
Monoca’da lüks yat kulübünde ıstakoz yiyip sosyal medyadan paylaşan ve AKP’de hedef tahtasına konan...

Haberi Oku