HİÇ UTANMADAN “ÖZGÜRLÜK, DEMOKRASİ” DİYORLAR!..


Önceki gün, 
Nazlı Ilıcak Silivri zindanının önündeydi...


Soğuktan korunmak için sarıp sarmalanmış, yalnızca gözlükleri görünüyordu... Ergenekon, Balyoz davaları esnasında bir kere olsun yolu oralara düşmemiş, ama gazete köşesinde her türlü yalanı, kini, nefreti kusmuş, o davaları düzmece belgelerle başlatan, şimdi yurtdışına tüymüş bulunan, savcı Zekeriya Öz’le kar topu oynayacak denli içli dışlı olmuş Nazlı hanım ne arıyordu peki Silivri’de?..


Onun ardından bu kez Mümtazer Türköne, Abdülhamid Bilici ve Cafer Solgun ile birlikte arz-ı endam eyledi... Onlar da yarım günlük “Umut Nöbeti” için oradaydı. Can Dündar ve Erdem Gül için sevgili Mete Akyol’un başlattığı nöbetin gelip dayandığı şahsiyetler bunlardı işte... Oda Tv, bu durumu şahane bir başlıkla duyurdu okuyucusuna:

Durumu bundan iyi anlatan bir başlık olamazdı; Can ve Erdem’in üzerinden, içerdeki “kumpas arkadaşlarını” özgürlüğe kavuşturma operasyonundan başka bir şey değildi aslında yaptıkları.. Hiç utanmadan, hiç sıkılmadan, onurunu korumak için intihar eden, kanser olup yaşamını yitiren, küçücük çocuğunun önünde kalp krizi geçirip hayatını kaybeden, onulmaz hastalıklara yakalanan, yaşamının 5-6 yılını bir kumpasla içeride geçiren pırıl pırıl insanların yıllarca yattığı zindanın önünde, bu alçakça suça bulaşmış arkadaşları için “özgürlük”, “demokrasi” dilenmek...



Yarın, Yarbay 
Ali Tatar’ın 6. ölüm yıldönümü...


Hani, 2009 yılında önce tutuklanan, sonra bırakılan, bugün adı bile anımsanmayan savcı suretinde bir alçağın istemiyle yeniden tutuklama kararı verilince, onuruna yediremeyip beylik tabancasını şakağına dayayarak tetiği çeken Yarbay Tatar’ın sonsuzluğa karışmasının...


Üzerinden koskoca 6 yıl geçti. Ali Tatar intihar ettiğinde şimdi bir bölümü Silivri’de, diğer kısmı firarda, bir bölümü de karanlık kuytularda olan soysuzlardan biri ne yazmıştı biliyor musunuz?.


Bu kadar vicdandan yoksun, bu denli ahlak düşkünü, haysiyetsiz bu güruh şimdi çıkmış adaletten, özgürlükten, gazetecilikten dem vuruyor. İnsanları manşetten “darbeci, casus, fuhuşçu” diye hedef göstermek mi gazetecilikti?. “Camiyi bombalayacaklardı”, “ Müzede çocukları havaya uçuracaklardı”, “kendi uçağımızı düşüreceklerdi” başlıkları mı basın özgürlüğüydü?.


Günahlarınızın hesabını ödemeden nereye kaçacağınızı sanıyorsunuz?. “Ergenekon’un kasası” diye günlerce manşete çıkardığınızKuddisi Okkır, bir hastane köşesinde 37 kiloya düşerek can verdiğinde, parasızlık yüzünden cenazesini belediye kaldırdığında, bir tek satırla söz etmemiş, görmezden gelmiştiniz, iki eli yakanızdadır!..


En alçakça iftiralarla intihara sürüklenen Berk Erden’in, İlhan Selçuk’un, Türkan Saylan’ın, Uçkun Geray’ın, kızı Duru’nun gözleri önünde hapishane avlusunda ölen Murat Özenalp’in, cinayet gibi bir ihmalle ölüme yolcu edilen Kaşif Kozinoğlu’nun hesabını vermeden hangi özgürlükten hangi adaletten hangi gazetecilikten söz ediyorsunuz?..


Altı yıldır gözyaşları dinmeyen Ali Tatar’ın ablası Hürriyet Ünver’in şu çığlığına ses vermeden nereye kayboluyorsunuz:


Kaçamazsınız... “Beraber yürüdüklerinizle” birlikte hesabı ödemeden çıkış yok!!!

 


Şu CHP’nin haline bakar mısınız lütfen...


Adeta “türlü yemeğine” benziyor!.. İçinde ne ararsanız var; sağcısı, dincisi, liberali, cemaatçisi, tarikatçısı... Var oğlu var... Ulusalcı desen, atılanların, dışlananların haricinde belki parmakla gösterebilirsiniz!..


Bu muhterem, Nobel ödülünü ve beratını, 19 Mayıs’ta Anıtkabir’e teslim etmek üzere Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’a teslim eden Aziz Sancar’la ilgili bir tweet attı önceki gün. CHP’ye genel başkan yardımcısı yapılan bir muhteremin cehaletini ve sefaletini yansıtan mesaj şöyleydi:

Hani “cahil” desem, okuması, yazması olmayanlara haksızlık olur; sokaktaki sıradan yurttaş bile Anıtkabir Müzesi’nin en başından beri Genelkurmay’a bağlı olduğunu bilir!.. Ama burada durum başka...


Bu denli basit!.. Ancak mesajda çok kritik bir sözcük var; “şaşırdım” demiyor, “şaşırdık” diyor!.. Yani kendi adına değil, sanki parti adına konuşuyor... O zaman başta Genel Başkanları olmak üzere tüm CHP’lilere sormak gerekiyor:


Aslında sormak bile abes, Atatürk’ün duvardaki resmine bile tahammül edemeyenlerin cirit attığı bir partiye neyi soracaksınız ki?!.. Sevgili arkadaşım 
Yılmaz Özdil’in dünkü yazısının son cümlesine yürekten katıldığımı belirterek bitireyim bari: