UCUNDAN İSTİHDAM, UCUZUNDAN HAYATLAR VE İŞSİZLİĞİN NERESİNDEYİZ?

UCUNDAN İSTİHDAM, UCUZUNDAN HAYATLAR VE İŞSİZLİĞİN NERESİNDEYİZ?

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) diyor ki:

“Memlekette işsizlik oranı 2014 Kasım ayı itibariyle 10,7’dir. 
İşsiz sayısı da 3 milyon 96 bindir…”

“Geçmişte neydi durum acaba?” diye dönüp baktım istatistiklere…

Malum arkadaşlar, 2002’de bu memleketi yönetmeye başlarken yüzde 10,2 işsizlik varmış. 

Bizler 12 yıl boyunca sürekli kalkındık ya bu arada… sonunda o işsizlik çıkmış 10,7’ye.

Yine de “Bayağı kalkındık” deniyor ya “bağzı” çevrelerde , hadi kalkındık diyelim; ama bu rakamlar bile gösteriyor ki emeği ile geçinmek zorunda olanlar, o kadar kalkınmadan(!) sonra, –hani kalkınıp daha fazla iş güç sahibi olmak bir yana- aksine mevcut işlerinden de olmuşlar ki “icraatın” on ikinci yılı tamamlanırken işsizlik yarım puan büyüyerek 10,2’den 10,7’ye çıkmış.

“Buna da şükür, kalkınan kalkınmıştır mutlaka ve aslında pek o kadar da geri gitmemişiz” diyeceksiniz değil mi?

İsterseniz ben o hesabın “bile” nasıl çıkarıldığını söyleyeyim de, sonrasında siz bu duruma da şükredecekseniz yine edin.

*

1. Türkiye’de işsiz sayısı hesaplanırken “yüz yüze anket” usulü uygulanır.

Devletin ilgili dairesi, belirli nitelikteki elemanlarla bir anketçi kadrosu kurar ve bu anketçilerin ellerine birer dizüstü bilgisayar vererek onları önceden belirlenmiş evlere görüşmeye yollar.

Yakın zamana kadar bu görüşmelerin her ay, Türkiye’deki 19.481.678 hane içinden seçilmiş 13 bin hanede yani her 10.000 haneden 6’sında yapıldığı bildirilmekteydi. 

Şubat 2014’ten itibaren 43 bin haneye gidildiği söylenmektedir. 

Buna göre, anket yapılan hane sayısı, mevcudun binde 2’sine yükselmekte, bu binde ikiden alınan bilgi ile “bütün Türkiye”deki durum hakkında binde birlik hassasiyette sonuçlar oluşturulmaktadır.

Anket yapılacak hanelerin nereden ve nasıl seçildiği, işe alınan anketçilerin profili, yapılan tesbitler üzerinde daha sonra yapılan düzeltme ve projeksiyonların kamuoyuna sunulan sonucu nasıl etkileyebileceği konusunu şimdilik hiç tartışmıyoruz.

2. TÜİK’in bir yayınında, bu anketlerde, kendisinin işsiz olduğunu bildirenlerin sayısının, İşkura müracaat eden resmi işsiz sayısına göre 2006 yılında 4 katı olduğu bildirilmektedir. (TÜİK 2007 Yayını) 

2014 Aralık ayı kayıtlarına göre ise İşkur’a başvuran “resmi” işsiz sayısı 2,747.978 kişidir. 

Eğer şimdi de 2007 yılına yakın bir oran geçerli ise, bu gün kendini işsiz olarak niteleyen yurttaş sayısı çok kabaca 10 milyon dolayında olmalıdır.  

3. Yapılan işsizlik tespitlerinde:

- Son 4 hafta içinde iş aramamış olanlar artık işsiz sayılmamaktadır. 

Örneğin işsiz kalmış bir yurttaş; aylar boyunca hep iş aramış ve bulamamış ama sonunda bıkıp usanmış, çaresiz kalıp aramaktan vazgeçmişse; yapılan ankete “son 4 haftadır iş aramadım” cevabını verdiğinde artık “işsiz”ler arasında sayılmamaktadır. 

- Hatta, o anketin yapıldığı hafta içinde iş aramış ama bu arada “bir saat”lik bir işte çalışanlar bile işsiz sayılmamaktadır.

- Üretici kooperatiflerinin üyeleri, bir iş ya da meslekte bilgi veya beceri kazanmak amacıyla belirli bir menfaat (ayni ya da nakdi gelir, sosyal güvence, yol parası, cep harçlığı vb.) karşılığında çalışanlar, çıraklar ve stajyer öğrenciler de “istihdam halinde” olanlardan kabul edilmekte, işsiz sayılmamaktadırlar.

-Ücretli ve maaşlı çalışan ve çeşitli nedenlerle anket döneminde işlerinin başında bulunmayanlar 3 ay içinde işlerinin başına geri döneceklerse veya işten uzak kaldıkları süre zarfında maaş veya ücretlerinin en az % 50 ve daha fazlasını almaya devam ediyorlarsa “istihdamda” yani “çalışıyor” kabul edilmektedir. 

Ayrıca TÜİK aşağıdaki gruplardakileri de “işsizlerden” saymamaktadır:

Kimler bunlar?

- Mevsimlik çalışanlar: Mevsimlik çalışması nedeniyle iş aramayan ve iş başı yapmaya da hazır sayılmayan, 

- Ev işleriyle meşgul olan kadınlar: Kendi evinde ev işleriyle meşgul olması nedeniyle iş aramayan ve iş başı yapmaya da hazır sayılmayan,

- Eğitim / öğretimdekiler:  Bir öğrenim kurumuna devam etmesi nedeniyle iş aramayan ve iş başı yapmaya da hazır sayılmayan,

- Emekli: Bir sosyal güvenlik kuruluşundan emekli olduğu için iş aramayan ve iş başı  yapmaya da hazır sayılmayan,

- Çalışamaz halde olanlar: Bedensel özür, hastalık veya yaşlılık nedeniyle “iş aramayan ve iş başı yapmaya da hazır olmayan kişilerdir” denmekte ve bu yurttaşlar Türkiye’deki işsiz sayısının dışında tutulmaktadır.

- Bu tanımlara göre tarım kesiminde işsizlik çok düşüktür. 

Nedeni, köylülerin her zaman mevsimlik, kendilerine ait ya da birilerinin yanında boğaz tokluğuna çalıştıkları işleri olup “son dört hafta içinde de iş aramadıkları” için “haliyle” işsiz denebilecek bir durumları olmadığı kabul edilmektedir. Dolayısıyla köy nüfusunda işsizlik kente göre oldukça düşük çıkmaktadır.

Ancak bu arada bizde, “Büyükşehir” Kanunu” ile önceden adı “köy”, yaşantısı sosyolojik olarak köy olarak sürmekte olan pek çok yer, “resmiyette” bir anda bir büyük kentin “mahallesi”, köylü nüfusu da “şehirli” olmuştur. 

Bu değişimle, kırsal kesimin “iş aramayan” nüfusu, büyük ölçüde şehir nüfusuna eklenince, şehirlerdeki yüksek işsizlik oranı önemli ölçüde ama “sadece kağıt üzerinde” daha aşağılara düşmüştür. 

TÜİK şu anda işsizlik için kentsel-kırsal ayrımı yapamamakta, bunun işsizlik rakamlarını oldukça etkilediğini bildirerek sonucu “genel” olarak vermekte, ama şu günlerde bu “genel rakam” tesbit edilirken kentten-kırdan hangi hanelerin ankete ne ölçülerde dahil edildiğinden de söz etmemektedir. 

*

Bir başka konu:

İşsizlik ya da istihdam istatistikleri bir ekonomideki “gidişat” hakkında bilgi vermek içindir değil mi?

Ama bu haliyle işsizlik istatistikleri, bir ekonomideki “istihdamı” yani para kazanıp karın doyuran, işinden memnun yurttaş sayısını, ekonominin düzelmekte olup olmadığını göstermekten çok uzaktır. Çünkü TÜİK yaptığı istihdam hesaplarında “çalışıyor” kabul ettiği kişilerin para kazanıp kazanmadığı konusunu gözardı etmektedir. 

Bu nedenle hiç kimse yanılıp da, bu ölçülere göre bulunan işsizlik rakamlarının örneğin yüzde 10,7’den yüzde 10,6’ya falan düştüğünde yani “binde bir”lik iyileşme yi gördüğünde “işler binde bir oranında da olsa düzeliyor” falan sanmamalıdır. 

Çünkü bizim gidişat için bir ölçü olarak görmek, anlamak istediğimiz “Karın doyuran” ve “tatmin eden” istihdamdır ve  şimdi “sunulandan” çok daha farklı olduğu açık bir gerçektir.

Bunun iki büyük nedeni var:

- Birincisi, Türkiye’de resmi istatistiklerde “iş arıyor görünmeyen” yani sözde halinden memnun ve çalışıyor görünen insanlar çok geniş bir gruptur demiş ve saymıştık. 

İş bulamayacağı belli olduğu için evde oturan kadından emekliye, mevsimlik işçiden öğrenciye kadar pek çok insanımız aslında bal gibi çalışma ihtiyacındadır yani “işsizdir”. 

Eline üç beş kuruş daha geçmesi için “ne iş olsa yaparım” demekte ama “işsiz” sayılmamaktadır.

Eğer işsizliğin bir karşılığı da “gelirsizlikse”, “parasızlıksa”, aç kalmak, yeteri kadar para kazanamamak, borç harç yaşamaya çalışmaksa, bizdeki gerçek “işsizlik” sayısı, TÜİK’in o varsayımlarıyla değil, yoksulluk sınırının altındaki 46 milyonun içinde aranmalıdır.

Nitekim, TÜİK’in işsizlik istatistikleri bunu göstermese de, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın 2015 Yılı Bütçesi sunum kitapçığında, Genel Sağlık Sigortası gelir tespit işlemleri de dahil olmak üzere sosyal yardım ve destek hizmetlerinden yararlanan 8 milyon hane ve 30.5 milyon kişinin sosyo-ekonomik verilerinin kayıt altına alındığını, yoksulluk envanteri oluşturulduğunu belirtmektedir.  

Bakan ayrıca, " hane içinde gelir seviyesi brüt asgari ücretin üçte birinden az olan 9,2 milyon kişinin sağlık primlerinin de Bakanlık aracılığıyla ödendiğini " ifade etmiştir.

-İkincisi, Türkiye’deki iş bulma şansının düşüklüğü, pek çok insanı eğitiminin, mesleğinin, becerilerinin çok altında işler yapmaya mecbur etmiştir ve kağıt üzerinde onlar da sözde “işsiz”ler arasında değildir.
Peki, kimya mühendisi olup pazarda turşu satan, konfeksiyon atölyesini kapatıp taksicilik yapan, öğretmen ataması yapılmadığı için babasının tarlasında çift süren sözüm ona “işli” kişi, “aslında çalışması gereken işe göre” “işsiz” değil midir?

Örnek olarak söylüyorum:

Tutun ki bu ülkede ne kadar mühendis varsa “al sana iş” diye hepsini “güvenlik elemanı” olarak işe aldınız ya da öğretmen olarak yetiştirilenlere pazarda birer tezgah verip iş sahibi(!) yaptınız ve geçim derdinden dolayı hepsi de bu işi kabul etmek durumunda kaldı; acaba böyle bir durumda “memlekette işsizlik falan kalmadı, işsizliği bitirdik” diyebilir misiniz? 

İşsizlik sorunu aslında her anlamda çok büyük.

Resmi ölçüleri ile bile, çözüm bir yana, son 12 yılda giderek kötülemiş.

O resmi rakamlara göre Kasım 2014’te işsiz sayımız 3 milyonmuş ya; peki işsiz sayımız o kadarcık da yoksulluk sınır altındaki 46 milyon kişimiz acaba neden böyle yoksul kalmış? 

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı bile 8 milyon hanede 30,5 milyon kişiyi yoksul sayıp kayda almış ve destek veriyorsa, acaba o yoksul düşüp bu desteklere muhtaç kalanlar; kendilerine verilen işlere burun mu kıvırmış, yoksa kazandığını hovardalıkta mı yemişlerdir? 

Pazardaki üniversiteli, taksideki konfeksiyoncu neden kendi işinde değil de oralardadır? 

İstatistikler her ay binde birlik değişimleri gösterme gayretine giriyor, bir kısım medyamız, yöneticilerimiz “dal kımıldasa” “işsizlik düştü-kalktı” diyor da, acaba “işsizlikteki gidişatın bu yönünü” neden göz ardı edip hep o daraltılmış rakamlardan hareket ediyorlar? 

Şimdi bizler bu “ucundan istihdam” ve “ucuzundan hayatlar”la TÜİK’in binde  birlik değişikliklerine bakıp bakıp, nasıl da “her şey yolunda, bak kalkınıyoruz” diyebiliriz ki?


https://twitter.com/bulentsoylan
https://www.facebook.com/yeminlimalimusavir.bulentsoylan