BÜTÜN HAZIRLIKLAR BASKIN SEÇİM İÇİN

ANALİZ

Bütün hazırlıklar baskın seçim için

Bir açıdan Erdoğan'a hak verelim; “ben seçilmiş cumhurbaşkanıyım, beni diğerleri gibi düşünmeyin” diyor.
Evet, bu söylem çok yanlış değil. Erdoğan halkın seçtiği cumhurbaşkanı olarak daha aktif olma hakkını kendinde görebilir.
Sorun; daha aktif ve etken bir cumhurbaşkanı gibi olmasında değil, seçilmişliği “ülkenin tek yöneticisi artık benim, sadece benim dediğim olur, bunun dışı çift başlılıktır” olarak algılamasında.
Söylediğini yapabilmek için de hukuk, demokrasi, devlet gelenekleri kavramlarını bir kenara bırakıyor, işin kötüsü, buna karşı çıkabilecek hiçbir güç yok.
Yargı tamamen sarayın kontrolünde.
Yasama sayısal üstünlük nedeniyle kurşun asker gibi görev yapıyor.
Yürütme artık hiç yok, sadece kırmızı plakalı araçlara binenler olsun, bakanlık binaları boş kalmasın diye görevlendirilen kişiler var.
Bu fiili durum demokrasi fikrini bulan, binlerce yıl geliştirdikten sonra bugünlere getirenlerin aklına hiç gelmemiş.
Çünkü demokrasi ve hukukun yazılı kurallarının dışında bir de yazılı olmayan kuralları vardır.
Ve demokratik hukuk düzeni yazılı olmayan kurallara herkesin bağlı olması sayesinde ayakta durur ve gelişir.
Bu kurallar ahlakla, namusla, vicdanla ilgilidir.
Öyle bir an gelirki yazılı hiçbir kural bulamazsınız ama yazılı olmayan kuralların geçerliliği sayesinde badirelerden kurtulursunuz.
Türkiye'nin açmazı burada.
Saray ve kendisine biat etmiş iktidar yazılı tüm kuralların üzerini çizdi.
Yazılı olmayan kurallar ise hiç işletilmediği gibi zaten “milli irade” diye kutsanan seçiciler için bu kuralların hiçbir anlamı yok.
Bunlar “üst üste bilmem kaç seçim kazanmanın” yarattığı güç zehirlenmesinin şımarıklığıdır.
Ancak sorun şu ki; şımarıklık da olsa, özellikle yazılı kuralları, hele hele anayasada olan kuralları çiğnemek suçtur.
Bu suçların bugün için hesabı sorulamayabilir, ama burası muz cumhuriyeti olmadığı için her şey kayda alınıyor ve günü geldiğinde bunun hesabı fitil fitil burundan getirilir.
Biat ettiği için dünyayı tozpembe gören AKP'liler farkında olmasa bile saray bunun farkında. Bir gün kendisinden ağır biçimde hesap sorulacağını biliyor.
O halde, tez elden işlenmiş suçları ortadan kaldıracak formül olan “başkanlık sistemine” geçmek gerekiyor.
Ne çare ki başkanlık sistemi için Meclis'te olması gerekli 367 bulunamadığı gibi referandum yolunu açacak 330'a da ulaşmak olanaksız gibi.
Saray 330'u bulamayacağını anladığı için “Şu anda anayasa değişmese bile fark etmez, yarattığımız fiili durumu sürdürürüz” diyerek korkusunu gizlemek istiyor.
Ancak ne olursa olsun bu fiili durumun hukuki aşamaya geçmesi gerekiyor.
Dikkat ederseniz son zamanlarda Erdoğan neredeyse günde iki hatta üç konuşma yapmaya başladı.
Bunların hepsi bir baskın seçim hazırlıklarıdır.
Ayrıntıları önümüzdeki günlerde yazmayı sürdürürüm.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Mülteciye gönlümüzü açarken diğer taraftan da öldürüyoruz

Geçen hafta ATV'de yayınlanan Müge Anlı'nın reailty şovu çok konuşuldu.
Çünkü her yerde aranan “okumuş seri katil”in Ege'den deniz yoluyla kaçacağı ihbarı yapılmıştı ve Müge Anlı canlı yayına bir “insan kaçakçısını” bağlamıştı.
Anlı'nın insan kaçakçısına “sayın” diye hitap etmesi, programa katılan izleyicilerin bu kişiyi alkışlaması sert eleştirilere neden olmuştu.
Müge Anlı insan kaçakçısına “Seri katili de kaçırmayacaksın değil mi?” diye sorduğunda insan kaçakçısı “Olur mu öyle şey, biz bu ülkeyi seviyoruz” türü bir cevap vermişti.
Müge Anlı sanıyorum sadece seri katile odaklandığı için yaptığı hatayı canlı yayında fark etmedi ve bu skandala imza attı.
Ancak “sayın insan kaçakçısının” dikkatlerden kaçan başka sözleri de vardı.
Anlı'nın bir sorusu üzerine insan kaçakçısı “Artık geçişleri engelliyorlar” dedi. Bu kez Anlı “Peki eskiden nasıl geçiyorlardı?” diye sorunca adam hiç tereddütsüz cevapladı; “O zaman hükümet izin veriyordu.”
Konunun “püf noktası” budur.
Türkiye bir yandan mültecilere sınırlarımızı açarak “büyük insanlık dersi” veriyor ama öte taraftan Avrupa ülkelerini zorda bırakmak için mültecileri kafileler halinde sınırlara taşıyıp oradan Avrupa'ya gönderiyordu.
Tabii bunu açık açık yapamayınca iş insan kaçakçılarına kalıyor, onlar da olabilecek en ilkel yöntem ve araçlarla insan kaçırıyordu.
Bu yüzden binlerce mülteci bindikleri araba lastiğinden bozma botların batması sonucu can verdi. “Alyan Bebek” fotoğrafları dünya tarihine bir utanç belgesi olarak geçti.
Bu nedenle güya “yüce gönüllülük” diye sunulan mülteciler olayının arkasında aynı zamanda büyük bir insanlık dramı ve cinayetler olduğunu da unutmayalım.

KAFAMI BOZAN ŞEYLER

Eyyy kadın sen türbanını tak, çocuk doğur, çalışmak senin neyine

Erdoğan'ın “Annelikten kaçınan kadın yarım kadındır” sözleri kadınların haklı olarak büyük tepkisine neden oldu.
Cumhurbaşkanı daha önce de en az üç çocuk istemişti.
Bununla da yetinmemiş “sezaryenle” doğuma da karşı çıkmıştı.
Kadın, annelik, çocuk doğurma konularındaki söylemlerine baktığımızda aslında ortaya şöyle bir gerçek çıkıyor; “Kadının toplum içinde olmasına, çalışmasına gerek yok, kadın evinin kadını olmalı, çocuk doğurup bakmalı, ev işleri yapmalı.”
Siyasal İslamcı görüşün temel felsefesi bu.
Kadını sadece din istismarında kullanmak üzere hazırlanmış bir obje olarak görüyorlar.
Kadın türbanını takıp gezmeli o kadar.
Tabii günümüzde bu söylemi açıkça dile getiremeyince dolaylı olarak aynı kapıya çıkan “çok çocuk” istiyorlar.
O halde soralım, 5 çocuk doğuran bir kadın çalışma hayatında 15 yıl boyunca verimli olabilir mi?
Hayır. 2-25 yıl arayla doğum yapan bir kadının fiilen çalışması mümkün değildir.
Demek ki “çok çocuk” talebinin arkasında aslında kadını eve kapamak yatıyor.

ÇOK GÜLDÜM

Mısır piramitleri

Yıldırım Tuna'dan küçük bir fıkra;
Kadın yatakta “Tarihi Mısır Piramitleri” isimli kitabı okurken birden irkilip “Hayatım” diye seslenmiş kocasına, “Baksana, basit bir piramidin inşaatı 100 yıl sürmüş, inanabiliyor musun?
Adam “İnanmaz olur muyum, inanırım” demiş sinir içinde, “İşi mutlaka bizim mutfağın tadilatını yapan o şerefsizin dedesine falan vermişlerdir.”

HOŞUMA GİDEN ŞEYLER

Medeni olunca avantalar toplumu hiç etkilemiyor

İsviçre'de bir referandum yapıldı.
Konusu çok ilginç.
Hükümet tüm vatandaşlarına aylık 2500 İsviçre Frankı maaş bağlamaya karar verdi.
Bu bizim paramızla yaklaşık 7 bin 500 lira ediyor.
Bunun için referanduma gidildi ve halkın yüzde 78'i “hayır” dedi.
Yani İsviçre halkı hiç çalışmadan geçinebileceği bir parayı almaya razı gelmedi.
Türkiye koşullarını düşünürsek İsviçre halkı için “aptallar” dememek mümkün değil.
Ancak, işte medeni olmak böyle bir şey.
İsviçre halkı bu yasayı neden reddetti biliyor musunuz?
Çünkü eğer herkese böyle bir maaş bağlanırsa kimsenin çalışmaya ihtiyacı olmayacak bu da ülkenin bir anda gerilemesine yol açacak.
İsviçreliler ikinci faktör olarak da “bu tür bir desteğin sürdürülebilir olamayacağına” inandıklarını belirttiler.
Medeni bir toplumu avantalarla kandırmak pek mümkün olmuyor.
Türkiye'de böyle bir referandum yapılsa “evet” yüzde kaç çıkar acaba?

BUNU YAZMAK GEREK

Kabadayılık sergilerken suçu da itiraf ediyor

Söz konusu kişi Cumhurbaşkanı olunca ünlü deyimi yazmak istemedim, hukuki sorun çıkarabilir çünkü ama durum aynen budur.
Erdoğan Almanya'ya yönelik tepkisini dile getirirken aslında Türkiye'de uyulması gereken yasaların çiğnendiğini söylediği gibi bir de üstüne bunu “ayırımcılık yaparak” uygulayabileceğini de hatırlatıyor.
Afrika gezisi dönüşü işadamlarına konuşan Erdoğan, Alman siyasetçileri “Eyyy Alman siyasetçisi sana sesleniyorum” diye azarladıktan sonra lafı Ermenilere getirerek uyarılarda bulundu.
Erdoğan aynen şunları söyledi; “Umarım Ermeniler de kendilerini kullandırmaktan vazgeçerler. Şu anda ülkemde 100 bine yakın Ermeni var. Bunların yarıya yakını bizim vatandaşımızdır. Şu anda bizim ülkemizde yaşıyorlar, burada çalışıyorlar ama bir de bizim vatandaşımız olmayan bir o kadar da şu anda Türkiye'de Ermeni var. Biz eğer bu noktada böyle bir hassasiyeti gözetmemiş olsak şu anda bizim vatandaşımız olmayan Ermenileri biz niye ülkemizde tutalım?”
İşin tehdit ve şantaj tarafını bir kenara bırakın; yasalarımıza göre yabancıların Türkiye'de bulunma, oturma ve çalışma konuları hukuki açıdan düzenlenmiştir.
Oturma ve çalışma izni olmayan bir yabancı, Türkiye'de en çok vize süresi kadar kalabilir. Bu kişiler yakalandıkları takdirde sınır dışı edilir.
Ancak buna rağmen yüz binlerce yabancı Türkiye'de yaşıyor, çalışıyor ve para kazanıyor, çoğu da bu paraları ülkesindeki yoksul ailesine gönderiyor.
Bu duruma devlet, sorun çıkmadıkça başka ülkelerde olduğu gibi pek müdahale etmiyor.
Şimdi bir Cumhurbaşkanı aslında yasal olmayan bu durumu bildiğini söylüyorsa bu hem açıkça suç işlemektir hem de devlet acziyetini itiraftır.
Bunun da ötesinde ülkemizde bulunan yabancılardan sadece bir millete ait olanlarını hedef göstermek ve “atarım haaa” demek ise suçun da ötesinde ırkçı bir söylemdir.


https://twitter.com/can_atakli_