HANİ DERLER ya DİLE KOLAY! DİLE BİLE KOLAY DEĞİL…

HANİ DERLER ya DİLE KOLAY! DİLE BİLE KOLAY DEĞİL…

Dilden düşmeyen ve her fırsatta dikte edilen başkanlık için daha hangi bedeller ödenecek? 15 yıldır iktidarda olan, her türlü güce sahip olan, her istediği yasayı meclisten geçiren, parasal kaynakta, otoriter güçte sınır tanımayan bir iktidar, neyi yapamıyor ki başkanlıkta bu kadar ısrarcı oluyor? Amaç toplumu korkutmak, sindirmek, ses çıkaramaz hale getirmekse işler tıkırında yürüyor zaten…
 
Şimdi olmayan moral değerleri biraz daha bozmak için resmi rakamlara yer vermenin tam zamanıdır; Gençlerin üçte biri boş geziyor. Kızların yarısı çalışmıyor. Kadınlar evde oturmaya zorlanıyor. Çocuklara açılan davaların sayısı artıyor. Turizm geliri günbegün düşüyor. Tutuklamaların çokluğu karşısında cezaevleri kapasitesini aşıyor. Nüfusun yüzde 41’i hiç kitap okumuyor. “Hiç kitap okumuyorum” diyenlerin yüzde 8’ini üniversite ve lisansüstü mezunları oluşturuyor. Koşullar böyle iken, demokrasiden, özgürlükten, adaletten ve hakkaniyetten söz açmak mı? Hedef ortadayken nasıl ve niye ki? Alıntılanan rakamların yarısı bizden, yarısı uluslararası haber ajanslarındansa nasıl ve niye ki?
 
Yönetime göre ülkede asayiş berkemal ama biz yine yazalım(!)  Memleket 4 milyon işsiz gençle, 20 milyon yoksulla, açlık sınırının altında yardımlarla geçinmeye çalışan 10 milyon insanla boğuşuyormuş olsun varsın!  Nasılsa 35 milyonun her şeye evet dediği mutlu mesut bir ülkemiz var. İktidarın bilgisi, onayı, işareti ve oluruyla 2023’e doğru ilerlemenin tadını çıkaran yüzde 50’miz var…
 
Yaptıkları her konuşmayı bir kahramanlık menkıbesine çeviren, özel ses tonlarıyla son derece başarılı da olan, bu arada hanyayı da konyayı da gösteren, pek sabırlı ve kararlı, (cümleyi tekrar kuruyorum, hem sabırlı, hem kararlı) devlet erkânımızla umutsuzluğa yer olmadığı ortada! Her daim ve her konuda inisiyatif alan, tarih dersi veren, kürsü görünce konuşmalara doyamayan, kendi davudi sesine aşık bir yönetim varken niye umutsuz olunur ki? Sistemin nasıl işlediğini dehşet bir ustalıkla sergileyen, itaate hazır olanlara karşı hoşgörüsünü esirgemeyen, gece gündüz dilinden operasyon, müdahale, kuşatma, fetih, sefer sözcükleri düşmeyen bir anlayışla niye kaygılı olunur ki?
 
Son ABD seferinde Dışişleri Bakanı; “Siz elebaşını Türkiye’ye vermediğiniz sürece, halkımızın size bakış açısı değişmez. O zaman kalkıp, Türkler neden artık ABD’yi sevmiyor diye sorgulamayın” açıklamasıyla içimize sular seller serpmedi mi, niye üzülelim ki? Bundan sonrasını ABD’nin yeni başkanı düşünsün artık…
 
Tablo buyken, şimdi kalkıp bir zamanlar günde 500 bin kişinin ziyaret ettiği ve 3 bin 600 esnafın bulunduğu, Kapalı Çarşı’da 600 dükkânın kapanmak zorunda kaldığını yazmanın, yılsonunda bu sayının 1500’ü bulacağını söylemenin, İstiklal ve Bağdat Caddelerine girmenin gereği var mı? Yok!
 
Ama memlekette işler bildiğiniz gibi (siz bunu bildikleri gibi de okuyabilirsiniz) ilerlerken,  biz kadınları ilgilendiren güzel şeyleri yazmanın gereği var! Örneğin “tekmeci saldırgan” serbest bırakıldı eylemlerine kaldığı yerden devam edebilsin diye! Neyi neden yaptığını gayet iyi bilen, sonucunu gayet iyi okuyan saldırganın kendine koyduğu teşhis ayrı, avukatının açıkladığı farklı iken şaşırmaya gerek var mı? Adalet her zaman olduğu gibi yerini bulmadı mı?  Kadın tekme yemiş çok mu? Ölmedi ya!
 
Konular kaleme dolanınca susturamıyoruz doğru. Gündem önümüze yağmur olup yağdıkça yetişemiyoruz yine doğru. Birkaç gün sonra yazarım diyoruz, yepyeni konular çıkıyor unutuyoruz birkaç kere doğru. En doğrusu tersini savunan beri gelsin ama ikna edecek gerekçelerle gelsin çünkü dert çok, doğru az…
 
Dert çok olduğu için yorulduk artık, gündemi takip etmekten yorulduk, hızına yetişememekten yorulduk! Bir gün Lozan’ı tanımayan, her gün Atatürk’e dil uzatan, durmadan Osmanlıyı öven, her an Cumhuriyeti kötüleyenlerden yorulduk. Toprağı vatan yapanları eleştiren, yalancı tanıklarla, düzmece belgelerle, gizli tanıklarla yargıyı yerle bir eden, Türkiye’nin büyük bir bölümü kan kaybedip analar ağlarken, stratejik ve siyasi algı adına dökülen iki damla gözyaşının haber olup yağmasından yorulduk. Batı basını soruyor; “Artık sizde yönetici olmak için Atatürk ve Cumhuriyete düşman olmak şart mıdır?” Galiba evet! Sadece el kaldıran, sadece ayağa kalkıp alkış tutan ve değirmenini yıllardır böyle döndürenlere bakınca iki kez evet! Kayıtsızlığın her anlamda ve her katmanda bütün görkemiyle yayılmasına bakınca defalarca evet!
 
Erdoğan sık sık; “Valla kusura bakmayın kimse mağduriyet edebiyatı yapmasın” buyuruyor. Valla kusura bakıyoruz! Kadınlara yapılanlar adına bakıyoruz, gençliğe yapılanlar adına bakıyoruz, ülkemizin yarınları adına yapılan tahribat adına bakıyoruz. Yönetimin aradığı kalibrede, seviyede, kıratta, düzeyde, boyda, posta olanlar bakıyor mu? Bilmiyoruz! Yönetimin siyasal tercihleri sonucu ihraç edilenler, açlığa yoksulluğa terk edilenler bakıyor mu? Onu da bilmiyoruz? Bildiğimiz şu ki mideye saplanan sorular bitmek bilmiyor.
 
Ancak; ekonomimiz düzelecek, terör bitecek, insanımız rahat yaşayacak, şehit cenazeleri son bulacak, komşularla ilişkiler düzelecek, haksızlık ve adaletsizlik sona erecek, kadına yönelik ekonomik ve fiziki şiddet bitecekse, söz kusura bakmayacağız! Gerçekten söz…