YAZAYIM da NE YAZAYIM?

YAZAYIM da NE YAZAYIM?

Hani fotoğrafın dili olsa konuşacak derler ya! Keşke yazı yerine resim koysaydık sayfalarımıza bazı şeyleri anlatmak daha kolay olurdu…

Örneğin işsizlik zirveye dayanınca iş aramaktan umudunu kesenlerin basına yansıyan resimlerine ve yüzlerindeki umutsuzluğa baktım. Sonra dönüp şehit düşen oğlunun mezarı başında oğlunun asker üniformasını giyerek iliştiği tahta sandalyenin üstünde uzaklara bakan babanın fersiz gözlerine baktım. Hiçbir yazı, hiçbir etkili tümce yüzlere yansıyan o ifadeyi anlatmaya yetmez diye düşündüm. Öylesine etkili ve iç acıtıcı idi ki o bakışlar! Her ne kadar yazılmasın, duyulmasın, bilinmesin denilse de, her konuda Rab’den ve milletten özür dilense de, sık sık şehitlik övülse de, işsizlik referandumdan sonra bitecek dense de o resimlere yansıyan bakışları herkesin görüp, düşünmesi ve hesap etmesi gerekir.

Bu aynı konuda kaçıncı yazı diye itiraz da etseniz, yetti be de deseniz, bugün yine gençlikten ve onların gelecek endişesinden söz edeceğim. Haddimin ve bilgimin sınırlarını zorlayarak da olsa! Bildiklerinizi yinelemeyeceğim ama bilmediğinizi varsaydıklarımın altını çizmeye çalışacağım. Bi kere yüksek tepelerin haberi, rızası, onayı olmadan hiçbir devlet kurumu hiçbir konuda açıklama yapmaz- yapamaz. Yine hiçbir resmi kurum sorulan kısa sorulara uzun yanıtlar vermez- veremez. Dolayısıyla basına yansıyan mümkün olduğunca azaltılmış sayılardır.

Bu konuyu sonsuza kadar tartışabiliriz. Ama şu tartışma götürmez. Ülkemiz dar boğazda. Gerçekten güçlü bir devlet istiyorsak, bunun çözümü güçlü bir reis, durmadan bağıran bir lider, tek yetkili benim diyen bir şeften geçmez. Bunun için bağımsız kurumları, işleyen bir parlamentoyu ve huzurlu bir toplumu hedef almak gerekir. Başa ve konunun özüne dönersek otoriter rejim doğası gereği istikrarsızdır, bu nedenle hem çöküşü hızlandırır, hem de derde deva olmaz.

Kafalarda soru işareti uyandıran bir başka konu da, bazılarının bi türlü anlaşılamayan ve çözülemeyen tavır değişiklikleridir! Bu tür dönüşler için, vicdanları yaralayan açıklamalar için akla gelen- gelmeyen pek çok soru var da ortalarda olumlu ve doyurucu cevap yok! İnşallah açıklanamayan hızlı dönüş tabanda karşılığını bulur.

Aslında toplumun hayır demesi için çok nedeni var. Örneğin toplumun yarısı sinemaya gitmiyorsa, toplumun yüzde 39’u hiç kitap okumuyorsa, konserden, tiyatrodan, operadan geçtim, en sık yapılan aktivite yüzde 85’le televizyon izlemekse bunun hesabı sorulmalıdır, sorulmayacak mıdır?

Milletin aştan işe, terörden eğitime, ekonomik sorunlardan pahalılığa pek çok derdi varsa, savaşta ölenlerin, işten atılanların, hapisteki yazarların, artan işsizliğin, tırmanan şiddetin, önlenemeyen taciz, gasp, kadın cinayetleri ve intiharların hesabı sorulmalıdır, sorulmayacak mıdır?

Özetin özeti şu ki; sanattan, edebiyattan, spordan, kültürel etkinliklerden uzaklaştıkça toplumsal hayata katılım azalır. Baktığını göremeyen, işittiğini kavrayamayan, okuduğunu anlamayan, dinlediğini yorumlayamayan, duyduğunu tartışamayan, önüne dayatılanı değerlendiremeyen bir gençlik yetişirse bu hesap sorulmalıdır.

Yalanla gerçeği ayıramayan, dindarla dinciyi ayırt edemeyen, hainlikle dürüstlüğü, korkaklıkla çıkarcılığı birbirinden ayıramayan bir toplum oluşursa bu hesap sorulmalıdır. Zekâmızla alay eden, her istediğini dayatan, her dediğine inanmamızı bekleyen iktidar sahipleri artarsa bu hesap gündeme gelmelidir.

Umarım ve dilerim! Üstüne bayrak örtülü cenazelerin geride bıraktığı eşler, anneler, babalar, çocuklar, nişanlılar, sözlüler, halalar, dayılar, teyzeler, amcalar ve onların yakın uzak akraba ve hısımları! Ve onların hep o acıyla kavrulacak olan yürekleri!

Evlatlarından ayrı geçecek yıllarının ve onulmaz acılarının hesabını sorarlar. Sormayacaklar mıdır?