MADDİ ve MANEVİ EROZYON!

MADDİ ve MANEVİ EROZYON!
 

Düşünüyorum da bazı yazılar kâğıda, bazı yazılar duvara, bazı yazılar boşluğa, bazı yazılar da vicdanlara, yüreklere yazılır.  Okur eline alır ya da gözünü diker ve bakar! Ne mi görür? Bazen bilgi, yorum, uyarı, analiz, sentez, sorgulama bulur. Bazen irdeleme, eleştiri, düşünme, dikkat çekme, seçenek sunma gibi kavramlarla karşılaşır. Bazen ilkeli olma, dik durma, kararlı olma, kendini iyi ifade etme ve özgürlük alanı gibi kavramlarla buluşur. Bazen de bunların hiç birini bulmaz, “akıl, mantık, hukuk” bunun neresinde sorusunu sorup durur…
 

Bazen mübarek toprağımızda yaşanan mucizevi hayat öykülerine dalıp gider. Bazen ailesiz olmanın ağır faturasını ödeyen çocukların yürek burkan öyküleriyle sarsılır. Bazen yüzde 30’unun geliri 600 liradan az olan, yüzde 50’si borçlu olan, yüzde 70’i gelir ve iş özleminde olan ve “tanıdık yoksa iş bulman zor” diyen gençlerin ya da KPSS’de derece yaptık, mülakatta elendik diyenlerin umutsuz bakışlarına takılır.
 

Bazen İspanya’dan Norveç’e, İtalya’dan Hollanda’ya, Almanya’dan Slovenya’ya, Fransa’dan Arnavutluk’a savunma bakanlığı koltuğuna oturtulan ve kendilerine Avrupa’nın güvenliği emanet edilen 8 kadının varlığıyla gururlanır. Bazen; “Silahlı kuvvetlerin başına bir bayanın gelmesi enteresan” diyerek şaşkınlığını gizlemeyen yöneticilerine baka kalır.  
 

Bazen kimsenin canına kıyamadığı için kendi canına kıyan insanların asil eylemine umutsuzca bakıp, “vicdan yine ortada yoksun!” diye sarsılır. Bazen hakkını aradığı için, ya da işsiz evladının yanında ona kol kanat germek için eylem yapan anaların tekmelendiğini görünce kendi kendine; “Cennet anaların ayakları altında mıydı? Yoksa analar mı artık kolluk kuvvetlerinin ayakları altında diye” yıkılır… 
 

Bazen “en güvenilir, en büyük, en önemli, en bilgili yazar benim” diyenlerin yazıp söylediklerine baka kalır. Bazen Basın Özgürlüğü listesinde küme düşe düşe listenin dibine vuran ülkesinin durumuna takılır, bazen yönetimin dilinden düşmeyen istikrar sözcüğünü aramaya çalışır.
 

Bazen sokakta, mahallede, caddede, parkta karşılaşılan olayların çoğaldığını görünce; plansız, programsız, ölçüsüz, kontrolsüz sığınmacı politikasını irdelemeye başlar. Vatandaşlık verme, 3 milyonluk yeni bir oy potansiyeli yaratma, kültürel ve barış iklimini bozmanın dışında; “Ailemizle gidip parklarda oturamıyoruz. Sığınmacıların 20 -30 kişilik gruplar halinde gezip laf sokuşturmalarını görünce sanki bir Arap ülkesindeymişiz gibi oluyoruz” yakınmalarına hak verir.
 

Bazen cumhuriyetin kurucu değerleriyle derdi olanların yazıp söylediklerine iç geçirerek bakarken, yabancıların Türkiye’ye yatırımlarını yüzde 30 kıstığını görüp üzülür.

Bazen batıya yapılan kalabalık seferlerde; “sırtını sıvazladım, iki gönül alan laf ettim, uyuttum, yolcu ettim” kıvamındaki önemli buluşmaların perde arkasına takılıp kalır.  Ve “bu tür buluşmalar devletlerin anlaşması mı, liderlerin gövde gösterisi mi?” sorusuna yanıt aramaya koyulur.
 

Sonrada bu maddi ve manevi erozyon karşısında ne yapılacağını düşünmeye başlar. Nereye gideceklerini bilmeyenlerin, yerine ne koyacaklarını bilmeyenlerin, ne yapacaklarını bilmeyenlerin yarattığı karmaşada zararın maddi ve manevi yoğunluğu karşısında baka kalır, dona kalır, şaşa kalır…