TÜRKİYE, ATLANTİK CEPHESİNDEN KOPTU mu?

TÜRKİYE, ATLANTİK CEPHESİNDEN KOPTU mu?

ABD’yi dost, müttefik, stratejik ortak görenler; Arap Baharı’ndan demokrasi, Suriye’ye yapılan emperyalist çullanıştan özgürlük, ABD – AB emperyalizminden insan hakları bekleyenler yine yanıldılar. Belli ki, ABD ve Barzani ile yaşanan gerilimin bu noktaya varacağını hiç hesaplamıyorlardı. Rahmet, minnet ve hasretle andığım ustam Attila İlhan bu tiplere şöyle seslenirdi: “Keşke biraz iktisadı siyasi bilseydiniz”...

Hafızamızı tazeleyelim: 2010 yılı sonunda başlayan Arap Baharı ile birlikte en önemli hedeflerden biri de, Arap coğrafyasındaki kalabalık ve genç nüfusu kapitalizmle daha çok bütünleştirmekti. Daha bağımlı müşteriler haline getirmekti. Küresel merkezlerin, dev ölçekli çokuluslu şirketlerin hesabı buydu. Elbette enerji havzalarının denetimi de temel sebeplerden biriydi. Çünkü BP verilerine göre; 2014 yılında en çok petrol ve doğalgaz üreten ülke olan ABD, Ortadoğu’nun enerji kaynakları üzerinde söz sahibi olma imtiyazını bırakmaya hiç niyetli değil. Dahası, İsrail’in güvenliği, bölge ülkelerinin bölünmesiyle Kürt devletinin kurulması, İran’ın etkisinin kırılması, Rusya ve Çin’in artan nüfuzunun engellenmesi de öncelikler arasında...

Türkiye Arap Baharı’na hazırlıksız yakalandı. ABD’nin talebiyle, Suriye konusunda hızla taraf oldu. Söylem bazında “Dostum Esad” gitti. Yerine “Diktatör Esed”geldi. Sudan diktatörü El Beşir’e büyük muhabbet besleyen Türkiye; karşılıklı vizeleri kaldırdığı, ikili ticareti geliştirdiği, ortak bakanlar kurulu düzenlediği, liderlerinin birlikte ailece tatile çıktığı Suriye liderinin “eli kanlı diktatör” olduğunu keşfetti aniden. Önceki başbakan A. Davutoğlu, “sokağın sesine kulak veren diplomasi” hamlesi yaptı. “Bölgede bizden habersiz kuş uçmaz” dedi. “Bölgeyi sokak sokak biliyoruz” diye de ekledi. Ortadoğu’nun sözcüsü, bölgenin öncüsü, İslam dünyasının lideri, Arap aleminin gıptayla izlediği güç olduğumuzu söyledi. Sonuç ortada…

“ESKİ TÜRKİYE’nin” DİPLOMASİ GELENEĞİ NASILDI

Oysa Davutoğlu’nun hiç beğenmediği, pısırık, edilgen, pasif, içe dönük bulduğu, eski Türkiye’ye ait gördüğü, Kemalist diye küçümsediği Türk diplomasi geleneği, 1980–1988 arasında yaşanan İran–Irak Savaşı’nda çok başarılı bir sınav vermişti. Türkiye, aktif tarafsızlık siyaseti izlemişti. İran–Irak arasında arabuluculuk yapmıştı. Her iki ülke de Türkiye’ye güvenmişti. Türkiye’yle ticaret yapmıştı. Ateşkes süreçlerinde Türkiye devreye girmişti. Esir mübadelesine yardımcı olmuştu.  

Türkiye, Arap dünyasının aralarındaki sorunlarda taraf oldu. Suriye iç savaşında aktif olarak saf tuttu. Laik dış politikayı bir kenara itip, Suriye’de mezhepçi (Sünni), Irak’ta etnikçi (Kürtçü) diplomasi izledi. Resmi ve meşru muhataplarıyla görüşmek yerine, Hamas ve İhvan gibi radikal yapılarla, etnik – mezhep temelli örgütlerle iş tuttu. Ve anlı, şanlı “stratejik derinlik” çöktü. Kirli, kanlı “değerli yalnızlık” başladı. Ümmetçi, mezhepçi, Arap dostu olarak öne çıkan kadroların, İslam dünyasından, Arap aleminden ne kadar habersiz oldukları görüldü. Arap dünyasının kendi içindeki sorunlara müdahil olmamak gerektiğini, bu sorunlarda arabulucu olma çabalarının sonuçsuz kaldığını göremediler. Bir zamanlar bölgede başarılı arabuluculuk örnekleri veren Türkiye’nin Cumhuriyet birikimine, diplomasi geleneğine sırt çevirmenin bedelini de ödedi Milleti.

Misal; Katar meselesinde Türkiye’nin devreye girmesinin sorunu daha da karmaşıklaştıracağı, Bahreyn Dışişleri Bakanı’nın ziyaretinde Ankara’ya iletildi. Türkiye’ye, bu süreçte Katar’a aktif destek vermesi halinde, kendi çıkarlarının zedeleneceği uyarısı yapıldı. Körfez ülkelerinin Türkiye’ye karşı “seyahat, konut ve yatırım” konusunda krizin başlangıcından bu yana tereddütlü davrandığı belirtildi. (“Körfez ülkeleri Türkiye’yi istemiyor”, Duygu Güvenç’in haberi, Cumhuriyet, 11. 07. 2017). Nitekim Türkiye’nin arabulucu olmasına Kuveyt, Suudi Arabistan ve Mısır baştan karşı çıktılar. Türkiye ısrar etti. Araplar uyardı; “Çözümün değil, sorunun parçası olursun. Çözüm daha da karmaşıklaşır”dediler.

ATLANTİKÇİ EZBERLER HALEN ÇOK GÜÇLÜ

Davutoğlu patentli “Stratejik Derinlik” sadece Ortadoğu’da değil Avrupa’da da çöktü. Arabuluculuk hevesi elimizde kursağımızda kaldı… Israrla vurgulamakta yarar var: Arabulucu olmanın belli kıstasları vardır: 1) Gerilim yaşayan tarafların hepsiyle sağlıklı bir iletişime sahip olmalı. 2) Tarafların hepsi, sizin arabuluculuğunuzu kabul etmeli. 3) Taraflardan biri masadan kalkmaya yeltenirse, onu masada tutacak güce, araçlara sahip olmalı. 4) Sizin arabuluculuğunuzu dünya da tanımalı.

Bu temel şartlara göre; Türkiye’nin Katar sorununda arabuluculuk yapması mümkün değil. Çünkü Katar’dan yana fazlasıyla taraf oldu. Katar’da üs kurdu. Asker yolladı. Güvenlik güçlerini eğitiyor. Yani, tarafsız arabulucu olması mümkün olanaksız. Katar’daki Türk askerinin Katar’ı kime karşı koruyacağı da belirsiz. ABD’nin Ortadoğu’daki en büyük üssü Katar’dayken, burada 100 savaş uçağı, 10 bin askeri varken; Türkiye Katar’ı Suudi Arabistan’a karşı mı, ABD’ye karşı mı koruyacak?  

Türkiye, Astana süreciyle birlikte kimi olumlu adımlar attığı halde, Suriye meselesinde Atlantik cephesinden tam olarak kopamadı. Nitekim hem başdanışman, hem iş adamı, hem gazeteci olan İlnur Çevik, Suriye’deki Kürt özerkliğine ilişkin şöyle dedi: “PYD içinden bir Barzani niçin çıkmasın? PYD, PKK ile arasına mesafe koyarsa, Türkiye’nin tavrı değişir”. Bu yaklaşım, ABD emperyalizmine “üst akıl” diyedursun, Türkiye hem Barzani hem de ABD’yle büyük bir anlaşmazlık içine girdi.

20 trilyon doları geçen borcuyla, 19 trilyon dolar olan ekonomik büyüklüğüyle ABD artık aynı anda 2.5 savaş yapacak takatte değil. Yani, aynı anda hem Afganistan ve Irak’ta işgalci güç olup, hem de Gürcistan, Ukrayna ve Kırgızistan’da Soros destekli renkli darbeler yaptığı günlerden uzak. İşgallerin maliyeti çok ağır oldu. Irak işgali ve Suriye’deki iç savaş bölgesel ölçekte en çok İran’a yaradı. İran’ın nüfuzunu artırdı. Trump, savunma bütçesini 700 milyar dolara çıkardı. Bu bütçe, ABD’yi izleyen 13 ülkenin savunma bütçesinin toplamından fazla. ABD, öncelikli tehdit olarak gördüğü Çin’i yalnızlaştırmak, Rusya ile aralarını açmak için çabalıyor. Rusya’yla yakınlaşmak istiyor. Henüz umduğunu bulamadı. AB’deki müttefiklerine, özellikle Almanya’ya yaptığı “NATO için pamuk eller cebe” çağrıları yanıtsız kaldı. Almanya her ne kadar ortak bir Avrupa ordusu için öncülük etse de, buna altyapı olması için Savunma ve Araştırma Fonu kurulsa da, Avrupa savunma ve güvenlikte ABD’nin, NATO’nun şemsiyesine alışmıştır. Güçlü bir ordu sahibi olmanın getireceği mali yüke katlanmak istemez. Hele de AB’nin bir türlü atlatamadığı ekonomik kriz ortamında, AB’nin küçük-orta boy üyelerinin elleri ceplerine gidemez. 

Kıssadan Hisse: Emperyalizmle mücadele, Atatürk’e sahip çıkarak olur.