İSLAM KARDEŞLİĞİ İŞE YARADI mı?

İSLAM KARDEŞLİĞİ İŞE YARADI mı?

Osmanlı Devleti’ni kurtarmaya çalışanlar, “İttihad-ı İslam” adı altında birleşmiş bir İslam dünyası yaratmaya kalkıştılar. Bu fikri Muhammed Abduh ve Cemalettin Afgani gibi dışarıdan isimler de gündeme getirmişlerdi. Bu fikri, Padişah 2. Abdülhamit bütün gücüyle destekledi. Alman imparatorluğu da bu akımı kullanmak istiyordu. Alman İmparatoru 2. Wilhelm, bu amaçla 1889 ve 1898 tarihlerinde İstanbul’u iki kez ziyaret etti.

Ne yazık ki bütün Müslümanları birleştirmek peşindeki bu proje pratikte hiçbir işe yaramadı. Cihan Harbi başladıktan sonra halife konumunda olan Osmanlı padişahı cihad ilan etti. Ama dünyadaki Müslümanlar, halifenin bu kararını ciddiye almadılar ve Müslümanların halifesi sayılan o zamanki Osmanlı padişahına karşı savaştılar.

SEFALETİN ADI İSLAMCILIK

Çünkü, 1300 yıllık İslam tarihi içinde her devlette ve her millette, hatta her coğrafyada kendine özgü bir İslam anlayışı ortaya çıkmıştı. Her devlette, toplumu yöneten egemenler; kendi çıkarlarına uygun bir dinci siyaset belirlemiş, buna da “Hakiki İslam budur” diyerek kutsamışlardı. Doğudan batıya İslam dünyasındaki egemenlerin düzenlerinin sürdürülmesi için akıl ve bilime savaş açılmış; toplum gerici bir cendereye alınmıştı. Akıl ve bilimin dinsizlik gibi gösterildiği bu ortam, İslam dünyasını geriye çekmiş, ilkelleştirmiş, yoksullaştırmış, zavallılaştırmıştı. Bilimi dışlamanın getirdiği üretimsizlik, derin bir yoksulluk ve sefalet olarak kuşatmıştı İslam dünyasını.

Mehmet Akif Ersoy Osmanlı’nın son günlerindeki İslam dünyasını şöyle anlatıyor:

“Ümmetin haline baktım ki yürekler yarası

Ne bir ekmek yedirir iş ne de ekmek parası

Kışla yok daire yok medrese yok mektep yok

Ne kılıç var ne kalem; her ne sorarsan hep yok”

TBMM GELİYOR

Bu çöküş ve sefalet manzarası İttihad-ı İslam fikrinin hiçbir işe yaramadığını gösteriyordu. Ama padişah ve çevresi bu sefaleti İslam boyası ile boyayarak kutsuyorlardı. Bu yanlış ve çıkmaz yol ister istemez karşı tezini de yaratıyordu. O da Türkçülüktü.

Osmanlı’nın son döneminde iki ana akım şekillendi:

*Padişah ve çevresindeki geleneksel tutucu kanat, kendisini Hürriyet ve İtilaf Partisi’nde örgütledi.

*Osmanlıcı-İslamcı projelerin işe yaramadığını gören ve devleti kurtarmak için çırpınan asker-aydın kesimi ise İttihad ve Terkki Partisi’ni kurdu.

Parçalanan imparatorluk üstünde aslında bu iki parti mücadelesini sürdürdü. 23 Nisan 1920’de Ankara’da toplanan ilk Meclis, özünde İttihad ve Terakki’nin bir devamı sayılabilir.

Kurtuluş Savaşı’nı bu Meclis yürütmüş ve başarıya ulaştırmıştır.

Bu Meclis’teki Hürriyet ve İtilaf Partisi yanlıları, 1924 yılında Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kurarak hemen muhalefete başlamışlardır. 1925 Şubat’ında patlayan gerici Kürtçü Şeyh Sait ayaklanması da İngiliz desteği almasına karşın, özünde bu akımın bir yansıması sayılır.

İNGİLİZLER HALİFELİK KALSIN DİYE BASKI YAPTILAR

Yeni cumhuriyetin kuruluş sürecinde padişahlığın kaldırılmasından çok daha fazla direnişe yol açan olay, halifeliğin kaldırılmasıdır. Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki üyelerin bir kısmı bu kurumun yaşatılmasını istiyordu. İstanbul basını da önemli ölçüde halifenin dokunulmaz kalması için propaganda yapıyordu.

Halifelik kurumunun kaldırılmasına en fazla karşı çıkan ülke ise İngiltere idi. İngiltere, özellikle Hint Müslümanlarını kullanarak hilafetin kalmasının çok faydalı olacağını Türkiye’ye telkin ediyordu. Bunun en önemli belgesini yakında çıkacak olan Kurtuluş Savaşının Hukuk Cephesi İstiklal Mahkemeleri adlı çalışmamda ortaya koyacağım. Böylece, gericilerin, “Hilafetin kaldırılmasını İngilizler istedi, Mustafa Kemal de onların emrini yerine getirdi!” biçimindeki yalanlarının boş olduğunu göstereceğiz.

İslam Birliği adı altında kutsanan ama hiçbir işe yaramayan tutucu projenin son kurumu olan hilafet 1 Mart 1924’te kaldırıldı. Böylece yeni bir çıkış yolu ortaya konuldu.

Lakin, padişahçı-hilafetçi egemen kesim direnişini sürdürüyordu.

Yarın: Bugünkü İslam dünyası nasıl kurtulur?

https://twitter.com/r_zelyut