BİR EFSANENİN YIKILIŞI: “Miraç ve İsra Gerçeği”

BİR EFSANENİN YIKILIŞI: “Miraç ve İsra Gerçeği”

İslam bir rasyonalite dinidir. İslam’ın temel kaynağı olan Kur’an da bir rasyonalite kitabıdır. Muhammedî İslam’da aslında efsanelere asla yer yoktur. Lakin İslam’a dair oluşturulan bir yığın akıl dışı inanç ve ritüel söz konusudur. Bunlar arasında Miraç ve İsra hadisesi de vardır.

Nitekim İslam tarihinde ve Kur’an tefsirlerinde en çok tartışılan konulardan biri de “miraç” ve “İsra” olayıdır. Çoğu tarihçi ve müfessir bu ikisini birlikte ele alır. Mirac’ı İsra ile bağlantılı ve İsra’nın devamı gibi düşünür. Oysa bize göre bu ikisi birbirinden ayrı ele alınması gereken konulardır.

Öncelikle bu iki konuya ad teşkil eden sözcükleri yani Miraç ve İsra sözcüklerini semantik açıdan izah ederek meseleyi ele almaya başlayalım.

Miraç sözcüğü Arapçadır; yükseğe çıkmak, yükselerek yol almak anlamına gelen "uruç" sözcüğünden türetilmiştir. Kutsal kitap Kur’an’da bu sözcük, astronomik zamanla ölçülemeyecek biçimde manevi bir yükselme / ruhsal bir yükseliş anlamına gelmek üzere kullanılmaktadır. Başka bir deyişle bu yükseliş metafizik bir yükseliştir. Nitekim Mearic Suresi’nin 4. ayetinde şöyle denilmektedir:

" Melekler ve ruh Ona (Tanrı’ya) ölçüsü elli bin yıl olan bir günde uruç ederler."

Uruç sözcüğünden hareketle anlamlandırılan Miraç sözü, uruç ederek ulaşılan yüksek derece / yüksek mertebe anlamına gelmektedir. Aynı zamanda bu sözcük, manevi yükseliş için kullanılan her çeşit araç – gereç ve yol anlamına da gelmektedir.

Miraç konusu ele alınırken üzerinde durulması gereken bir diğer sözcük de "İsra" sözcüğüdür. Bu sözcük Arapçada "gece yürüyüşü" anlamına gelmek üzere kullanılmaktadır. Gece Yürüyüşü Bölümü 1. Sözde / İsra Suresi’nin 1. ayetinde şöyle denilmektedir:

“Kimi ayetlerimizi kendisine göstermek için kulunu, geceleyin Kutsal Secdelik’ten, çevresini  kutlu kıldığı En Uzak Secdelik’e alıp götüren Tanrı çok yücedir. O, kuşkusuz gereğince işiten, gereğince görendir.”

Tekraren ifade edelim ki, kuşkusuz Miraç konusu, egemen İslam teolojilerinin (Sünnilik ve Şiilik) en temel konularından biri olarak üzerinde en çok tartışmanın yapıldığı hususlar arasındadır. Egemen İslam inancına göre peygamber Hz. Muhammed, “uruç ederek” Miraç’a yükselmiştir. Hz. Muhammed’in Miraç’ının kaç kez olduğu konusunda ise görüş birliği yoktur. Biri Mekke, diğeri Medine’de olmak üzere en az iki kez Miraç’a çıktığından tutun da, ikisi Mekke’de, 118’i Medine’de olmak üzere tam 120 kez Miraç yaşadığına ilişkin bir hadisten bile söz edilmektedir.

Miraç olayının sayısı gibi mahiyeti de önemli bir tartışma konusudur. Bu cümleden olarak, Hazreti Muhammed, Miraç’a salt ruhen mi çıkmıştır? Yoksa Miraç, hem bedenen hem de ruhen mi gerçekleşmiştir? Bu sorular kapsamında konuya ilişkin iki farklı sav ve inanç söz konusudur.

Miraç’ın bedenen ve ruhen, birlikte gerçekleştiğine inanan hayli yüksek sayıda ulema vardır. Lakin tersini düşünenler de az değildir.

Buna göre Hazreti Muhammed’in Miraç’ı ruhsal bir yolculuk olup bedensellik söz konusu değildir. Bu inanç ve savın en önemli temsilcisi peygamberin eşi Ayşe / Aişe’dir. Ona göre Miraç olayında Hazreti Muhammed’in bedeni yatağından hiç ayrılmamıştır. Dolayısıyla Miraç, bedensel bir yolculuk değil ruhsal bir yükseliştir.

Miraç’ın ruhsal / manevi bir yükseliş olduğunu savlayanlar Gece Yürüyüşü Bölümü’nün 60. Sözüne / İsra Suresi’nin 60. Ayetine dayanmaktadırlar. Söz konusu ayette şöyle denilmektedir:

" Hani bir vakit sana: Rabbin, insanları çepeçevre kuşatmıştır, demiştik. Sana gösterdiğimiz o rüyayı / görüntüleri…  Yalnızca insanları sınamak için gönderdik. Biz onları korkutuyoruz ama bu onlara büyük bir azgınlıktan başka bir şey sağlamıyor."

Bu ayette geçen "rüya" sözü mealen Türkçeye " görüntüler " olarak çevrilmekte ve Kur’an yorumcularının büyük çoğunluğuna göre bu rüya ifadesi, Hz. Muhammed’e Miraç gecesi gösterilen görüntüleri anlatmaktadır. Buradan hareketle Miraç’ın aslında ruhsal yükseliş ve rüya olduğu anlaşılmaktadır. Bizce de Miraç, Hz. Muhammed’in gördüğü kutsal bir rüyadır. Miraç’ı rüya olarak nitelemek olayı küçültmez. Tam tersine daha da büyütür. Çünkü rüya denilen olay bizim uyanıklık dediğimiz nitelikten çok daha yüksek bir boyutu işaret etmektedir. Kaldı ki burada söze konu rüya hadisesi sıradan bir insanın rüyası değil bir peygamberin rüyasıdır. Ayrıca unutulmamalıdır ki, peygamberlerin vahiy alma yollarından biri de rüyadır. Bu nedenle Miraç’ı rüya olarak değerlendirmek onun kıymetini azaltmaz, tersine yükseltir.

Miraç’ın bedenen / fiziken olduğu yönündeki görüşlerin hiçbir geçerliliği yoktur. Nitekim bunu hem Kur’anî ifadelerden hem de peygamberimizin eşi Hz. Aişe’nin sözlerinden çok açık bir biçimde anlayabiliyoruz. Aişe; Miraç gecesi peygamberin yatağının hiç soğumadığını yani yatağından hiç ayrılmadığını ifade ederek aslında Miraç hadisesinin kesinlikle bir rüya olduğunu ortaya koymaktadır.

Miraç’ın geceleyin görülen bir uykuda değil de öğlen uykusu / kaylule sırasında gerçekleştiğini söyleyen kaynaklar da vardır. ( Bu konuda İbn Ebi Şeybe’nin Musannef’i ve İbn İshak’ın Siyer-i Nebi adlı çalışmalarına bakılabilir.)

Miraç konusundaki ihtilaflardan biri de Kudüs ve Mescid-i Aksa bağlantısıdır. Aslında Miraç’ın bir rüya olduğunu ifade ettikten sonra bu hususa tekrar dönmenin bir öneminin kalmadığı düşünülebilir. Ama biz yine de konuyu eksik bırakmamak adına Kudüs ve Mescid-i Aksa bağlantısı hakkında birkaç kelam etmeyi gerekli görüyoruz.

Meşhur hadis derlemelerinden Sahih-i Buharî’deki rivayetler, Miraç’ın Mekke’den göğe yükseliş biçiminde olduğunu aktarırken Sahih-i Müslim’deki rivayetler ise göğe yükselişin Kudüs’ten olduğunu nakleder.

Hz.Muhammed’in “İsra” yani gece yürüyüşü sonrası ve onun bir devamı olarak göğe yükselip Tanrı katına ulaştığı anlatısı gerçekte Kur’an’dan onay alır bir anlatı değildir. Bununla birlikte sonraki dönemlerde “İsra” hadisesine ilave edilerek bir miraç anlatısı üretilmiştir. Miraç anlatılarına baktığımızda Hz. Musa’nın Tur Dağına çıkışı ile Hz. Muhammed’in gece yürüyüşü / İsra hadisesinin çok benzediğini görmekteyiz. Hz. Musa, Tur Dağında Allah’tan On Emri almıştır. Hz. Muhammed de Sahih-i Buharî’deki gibi pek çok uydurma rivayetlerde anlatıldığı üzere, Miraç sırasında Allah’tan önce elli vakit daha sonra kademe kademe indirilmek suretiyle beş vakit namaz buyruğunu almıştır. Uydurma rivayete göre kademe kademe indirilişte Hz. Muhammed’e Hz. Musa rehberlik etmiştir. Görüleceği üzere yalnızca bu husus bile Miraç meselesindeki İsrailiyat / Yahudi mitolojisi etkisini çok net bir biçimde ortaya koymaktadır.  (Buhari’de bu rivayet Salat 76, Enbiya 5 tasnifiyle yer almaktadır.)

Yahudi geleneğinde İdrîs, İbrâhim, Mûsâ ve İşâyâ gibi peygamberlerle bazı tarihî şahsiyetlerin yeryüzünden ilâhî âlemlere çıktığına inanılır. Özellikle melek Yahoel tarafından semavî bir vasıtayla bulut içinde göğe yükseltilen Hz. İbrahim’in, rabbinin tahtını müşahede edişiyle ilgili tasvirlere Yahudi literatüründe rastlanmaktayız.

Bu cümleden olarak belirtelim ki, Hz. Muhammed’in uydurma rivayetlerle Kudüs’e “götürülmesi / yürütülmesi” de İsrailiyatın / Yahudi mitolojisinin etkisiyle ortaya çıkmış sapkın bir yorumdur. Gerçek şu ki, Hz. Muhammed’in Miraç hadisesine ilişkin anlatıları Yahudi mitolojisinden bağımsız olarak ele almak olanaksızdır. Ancak bu konuda Yahudi mitolojisi de yeterli değildir.

Miraç kültü pek çok dinde vardır. Hristiyanlık inancına göre Hz. İsa çarmıha gerildikten sonra mezarından çıkıp ilahî âleme yükselmiştir (Matta, 28/1-7; Markos, 16/19). Ayrıca Pavlus’un Kudüs’e doğru giderken melek eşliğinde göğe yolculuk yaptığı rivayet edilir. (Şinasi Gündüz v.dğr., Dinlerde Yükseliş Motifleri ve İslâm’da Miraç, Ankara 1996; s. 59-60)

Semâya / göğe yükseliş yani Miraç tasavvuru eski Hint ve İran mitolojilerinde de mevcuttur. Bu konuda özellikle İran mitolojisi İslamî kaynakları etkilemesi bakımından gerçekten dikkat çekicidir.

Zerdüstîlik dinin kurucusu ve peygamberi olarak bilinen Zarathustra / Zartoşt / Zerdüşt ya da gerçek adıyla Sipitama da Miraç’a yükselmiştir.

Önce onun peygamberlikle görevlendiriliş anlatısına değinelim ve Hz. Muhammed’e ilk vahyin gelişi rivayetlerine ne denli benzediğini görelim.

Rivayetlere göre Zerdüşt, tek başına sık sık, Daiti ırmağı kenarına giderek orada dua etmiş, Tanrı, âlem ve yaratılmışlar üzerine derin düşüncelere dalmıştır. Zerdüşt, otuz veya kırk yaşlarında iken yine Daiti ırmağı kenarında böyle bir tefekkür, inziva ve ibadet esnasında, Vohumenah isimli bir melek, Tanrı Ahura Mazda’nın mesajını getirmiştir. Kendi ifadesine göre; o sadece meleği görmekle kalmamış, aynı zamanda onun öğrettiklerini de öğrenmiştir. Böylece o, kendisinin Ahura Mazda tarafından, dini tebliğ etmek için görevlendirildiğine inanmıştır. Zerdüştî gelenek, Zerdüşt’ün görevinin otuz yaşında başladığını kabul eder. İlk vahiy de bu sırada gelmiştir. Günay Tümer ve Abdurrahman Küçük’ün ortaklaşa yazdıkları Dinler Tarihi kitabında Zerdüşt’ün peygamberliği ile ilgili olarak şu bilgiler verilmektedir:

“Otuz yaşında ona peygamberlik verilmiştir. Taraftarlarıyla Aivitak Suyu kenarında halvete çekilmiştir. Halvete çekilişinin kırk beşinci gününde, Ürdi Behişt ayında, bir gece sabaha karşı Miraç’a çıkmış ve ruhanî yükselmenin sonuna varmıştır. Vohumenah (Behmen) denilen melek gelmiş, ona her şeyden elini çekmesini tembih etmiş ve onu cennete götürmüştür. Orada ona, feriştehler (melekler) hürmet etmiştir. Zerdüşt, sonra Ahura Mazda’nın huzuruna çıkmış ve “Hayır Dini”nin hükümlerini öğrenmiştir. Tanrı ona yıldızların ve gezegenlerin hareketinden haber vermiş, cennet ve cehennemi göstermiş, her şeyin ilmini öğretmiştir. Melekler sonra Zerdüşt’ün göğsünü yarmış ve içindekileri çıkarıp temizlemiş ve yerine koymuştur. Bundan sonra Ahura Mazda onu, insanları Hayır Dini’ne davet etmekle görevlendirmiştir. Zerdüşt, miraç yolculuğundan sonra maddi âleme, kendisine verilen kutsal kitap Avesta ile dönmüş ve getirdiklerini tebliğe başlamıştır.”

Görüleceği üzere Zerdüşt’ün peygamberlikle görevlendirilmesi, Tanrı katına yükselmesi hatta göğsünün yarılıp içinin temizlenmesi gibi konuların neredeyse birebir karşılığını İslamî anlatılarda Hz. Muhammed için de söz konusu edildiğini görmekteyiz. Bir bahs-i diğer olmakla birlikte yeri gelmişken belirtelim ki, Hz. Muhammed için de “şakk-ı sadr” yani göğsünün yarılıp temizlenmesi rivayeti vardır. Hatta Açıp Genişletme Bölümü /İnşirah Suresi’nin bu olayı anlattığı bile iddia edilmiştir. Gerçekte şakk-ı sadr diye bir hadise söz konusu değildir. Bu, tümüyle Zerdüştî kaynakların etkisiyle Hz. Muhammed’e yamanmış bir uydurmadan ibarettir.

Tıpkı Miraç gibi beş vakit namaz ritüelinin de Zerdüştîlik kaynaklı olduğunu iddia edenler vardır. Zira Kur’an’ın hiçbir yerinde açıkça beş vakit namazdan bahsedilmemektedir. Beş vakit namaz ayetler üzerinde yapılan bir takım yorumlarla çıkarılmaktadır.

İlginçtir ki kimi hadislerde geçen Sırat Köprüsü de Ardavirafname gibi Zerdüştî anlatılarda karşımıza çıkmaktadır. Anlaşılan o ki Zerdüştîlik İslam’ı bir hayli etkilemişe benziyor. Zerdüşt’ün tek Tanrı inancını / tevhidi savunan biri olmasından hareketle benzerlikleri doğal karşılamak da mümkündür. Bu durumda Zerdüşt’ün de gerçek bir peygamber olduğunu kabul etmek gerekir. Her peygamber gibi onunla ilgili olarak da pek çok hurafe uydurulmuş olabilir. Bu hurafelerin İslam’ı da etkilemiş olma ihtimali çok yüksektir. Nitekim verdiğimiz örnekler bunu ortaya koymaktadır.

Bu arada Zerdüştiliğin İslam’dan yaklaşık 1200 yıl kadar önce zuhur ettiğini anımsatalım.

Özelde Miraç anlatısı genelde ise pek çok ritüel ve inanç üzerinden İslam ve Zerdüştîlik arasındaki bağlantı ve benzerlikleri daha net görebilmek için müracaat edilmesinde yarar olduğunu düşündüğümüz önemli kaynaklardan biri de Ardavirafname’dir.

Ardavirafname, Zerdüştî inanç ve ritüellerin unutulma tehlikesine karşı Zerdüştî din adamlarından Ardaviraf tarafından Sasanîler zamanında yazılmış yahut yazdırılmıştır. Ardaviraf’ın tam olarak hangi tarihler arasında yaşadığı tespit edilemese de Sasaniler döneminde ve İslam’ın doğuşundan çok önce yaşadığı bilinmektedir.

Büyük İskender’in ( Ölümü, M.ö. 323) İran’a saldırısının ardından Zerdüştî inanç ve ritüellerindeki zayıflamaya karşı dinin güç kaybını önlemek için din adamlarınca bir dizi toplantılar yapılır. Bu toplantılar sonunda Ardaviraf, Tanrı katına gitmesi için görevlendirilir. Ardaviraf bir sıra ritüelden sonra yedi gün yedi gece uykuya dalmış, bu sırada Tanrı katına yükselmiş, Cennet’i, Cehennem’i, Âraf’ı görmüş, son olarak da Yüce Allah’ın / Ahura Mazda’nın huzuruna varmıştır. Yedinci gün sonunda uyanmış / dünyaya dönmüş ve gördüklerini bilge bir yazıcıya yazdırmış ve böylece Ardavirafname meydana gelmiştir.

Anlaşıldığı üzere Ardavirafname’deki pek çok anlatım, Hz. Muhammed’in Miraç’ına sonradan eklemlenmiştir. Miraç anlatımlarının Hz. Peygamberin vefatından asırlar sonra Zerdüştî kaynaklardan alıntıyla oluşturulduğu çok nettir.

O halde çalışmamızın sonunda Muhammedî İslam açısından Miraç / Tanrı katına yükseliş ve İsra / Gece Yürüyüşü olayının gerçek boyutunu gözler önüne serelim.

Hz. Muhammed’in Allah katına yükselmesi diye bir durum yoktur. Zira Allah katı diye bir fiziki mekân söz konusu değildir. Miraç gerçekte, Hz. Muhammed’in uykuda iken gördüğü rüya yahut rüyalardır. Nitekim Gece Yürüyüşü Bölümü 60. Söz / İsra Suresi 60. Ayet bu gerçeği çok açık bir biçimde ortaya koymaktadır. Hz. Muhammed’in vahiy alma / vahyin bilincinde açığa çıkması yollarından birinin de rüyalar olduğu malumdur. Bu çerçevede Miraç dediğimiz olay, onun rüyalar yoluyla vahye ulaşmasıdır. Miraç’a ilişkin bunun ötesindeki anlatıların hiçbiri doğru değildir. Yıldız Bölümü / Necm Suresi’nin ilk ayetlerinde anlatılanlar da Hz. Muhammed’in gördüğü rüyalardandır.

İsra / Gece Yürüyüşü olayına gelince…

Evet, Hz. Muhammed’in bir gece yürüşüyü yaptığı Kur’an’da, İsra Suresi’nin / Gece Yürüyüşü Bölümü’nün birinci ayetinde apaçık bir biçimde ifade edilmektedir. Bu yürüyüşün nereden nereye olduğu meselesi ise izaha muhtaçtır.

Aslında nereden olduğu bellidir de nereye olduğu tartışmalıdır. Ayette, Mekke’deki Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya denilmektedir. Mescid-i Haram, Kâbe ve çevresidir. Ama ya Mescid-i Aksa neresidir?

Bu konuda On Dokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyelerinden Doç. Dr. İsrafil Balcı’nın; “ Kur’an’daki el- Mescid’ül – Aksa Kavramının Kritiği” başlıklı makalesinde bütün savlar ele alınmaktadır. Buna göre; Mescid-i Aksa kelime anlamı itibariyle “En Uzak Mescid / Secdelik” demektir. Pek çoklarına göre bu, Kudüs’teki Beyt’ül- Makdis’tir. Lakin o dönemde Beyt’ül – Makdis yıkık haldeydi. Bu nedenle Muhammed Hamidullah gibi bazı bilginler, Mescid-i Aksa ile kastedilenin göklerde / fizikötesi âlemde muhayyel bir mescid olduğunu ileri sürmektedirler. Hatta Mescid-i Aksa ile kastolunanın, Tur Suresi’nde geçen Beyt’ül- Ma’mur  olduğu da ifade edilmiştir. Beyt’ül Ma’mur, egemen İslamî literatürde göğün yedinci katında olan ve Kâbe’nin üzerine denk gelen bir beyt / ev olarak izah edilmektedir. Lakin biz bu izaha katılmayanlardanız.

 Bazıları da Mescid-i Aksa sözü ile yıkık haldeki Beyt’ül- Makdis’in bulunduğu arazinin kastedildiğini savunurlar. Zira gerçekte bugün Kudüs’te bulunan Mescid-i Aksa, Emevi halifelerinden Abdülmelik Bin Mervan döneminde inşa edilmiştir.

Bize göre ise Kur’an’da geçen Mescid-i Aksa, -ki biz ona Türkçesiyle “En Uzak Secdelik” diyoruz- Kudüs’teki değil Mekke’ye 9- 10 mil uzaklıkta bulunan ve Taif’le Mekke arasındaki Ci’rane adlı yerdeki mesciddir. Zira peygamberin bir gecede 1200 km uzaklıktaki Kudüs’e yürümesi mümkün değildir. Fakat 9-10 mil uzaklıktaki Ci’rane’ye yürümesi ise zor da olsa mümkündür. 9- 10 mil yaklaşık 17- 18 km kadardır.

Ci’rane denilen yerde Hz. Muhammed ibadet etmiştir. Daha sonra oraya bina anlamında mescid yapılmıştır. Arapçada mescid sözcüğüyle illa bir bina kastedilmemektedir. Üzerinde secde edilen / namaz kılınan bir yer de mescid olarak nitelenmektedir. Nitekim mescid sözcüğünün bu şekilde kullanıldığı hadis kayıtları mevcuttur. ( Buharî, İstiska, 20)  

Mescid sözcüğünün illa bir bina anlamına gelmediği konusunda tarihçi Taberî’de de kayıtlara rastlıyoruz. (Taberî, Tarih’ül-Ümem ve’l-mülûk, II, 213, Beyrut)

Hz. Muhammed’in ibadet ettiği bütün mekânlar için mescid tabirinin kullanıldığı kaynaklarda geçmektedir. ( İbn Manzur, Ebû’l-Fadl , Lisanü’l-Arabi’l-muhît, Dâru lisâni’l-Arâb,III,98, Beyrut)

O halde Hz. Muhammed İsra olayını yani gece yürüyüşü hadisesini Mekke’deki Mescid-i Haram’dan Ci’rane’de bulunan Mescid-i Aksa’ya yürüyerek gerçekleştirmiştir.

Gerek Miraç gerekse İsra olayının Muhammedî İslam anlayışı doğrultusunda akılcı izahı bu şekildedir. Bize göre diğer anlatıların tümü mitolojik / efsanevi anlatılardır. Efsanelerin ise dinde muteber bir yeri yoktur, olamaz.

İlahiyatçı-Yazar Cemil Kılıç

https://twitter.com/m_cemilkilic