HUBUBAT, HAFRİYAT, BAKLİYAT…

HUBUBAT, HAFRİYAT, BAKLİYAT…

Başlığı okuyanların “hayırdır, ne iş?” dediğini duyar gibiyim. Konuya dalmadan, başlığı açmadan önce bu bilgiyi bir yere koyalım lütfen. Efendim bilenler bilir, bilmeyenler, daha doğrusu kabullenmeyenlere için kısaca üzerinden geçersek; Hububatın her türünü ithal eder olduk. Hafriyatla ülkeyi baştanbaşa çimentoya boğduk. Bakliyatı ise yıllardan beri seçim yatırımı olarak dağıtır olduk.

Dolayısıyla! Bu yazacaklarımın hızına hız katan açıklamalarıyla ortalarda gezenlere, gündeme damga vuran çıkışlarıyla hala umut olduğunu sananlara bir katkısı olacak mı? Bilmiyorum. Onlar için bir anlam ifade edecek mi? Onu da bilmiyorum. Bir önem taşıyacak mı? Kestiremiyorum. Bir şeye yarayacak mı? Hiçbir fikrim yok. Bildiğim ya da yeni duyduğum o ki; Büyük Menderes Ovası; Türkiye ekonomisinin gerçek anlamda can suyu imiş. Ülkenin zeytin üretiminin yüzde 20’si, pamuk üretiminin yüzde 13’ü, deri üretiminin yüzde 40’ı, incir üretiminin yüzde 65’i bu topraklardan elde ediliyormuş. Siz bu rakamlara ve bölgenin toprağının bereketine bakar mısınız?

Ancak ve ne yazık ki doğaya ve yeşile düşman yönetimin el ve iş birliğiyle çevredeki sanayi tesislerinin atıkları yüzünden nehrin kirliliği doğal varlıkları, ekonomiyi ve tarımı uzun süredir tehdit ediyormuş. Kimyasal atıklar nediniyle toplu balık ölümleri artıyormuş. Yani durum acilden öte!

Bunları okurken havaya bakıp ıslık çalanlara yine ve yeniden hatırlatalım durum ACİL! Yani çevre SOS veriyor. Şimdi kalkıp yazlık saray için Okluk Koyu’nda 50 bin ağaç kesilmiş demenin anlamı var mı? Yok. 10 yıl önce 200 TL ile 130 dolar alırken bugün ve şimdilik 40 dolar alınıyor demenin bir yararı olur mu? Hayır. Tüm bunlara sayısal ve siyasal iflas desek, duyan çıkar mı? Soru işareti! Ekonomi can çekişirken, mutfak cayır cayır yanarken, hala bunu kabul etmeyenler bulunuyor mu? Tahmin edemeyeceğimiz kadar. Karşı çıkanların sayısı çok mu? İşte orada duruyor ve derin bir iç çekmekle yetiniyorum…

Bilenler bildiğinden, bilmeyenler için çok uzun yazmak gerekeceğinden, kendileri araştırıp bulsunlar diye atlıyor ve başka bir konuya geçiyorum. Seçim vaatleri dur durak bilmeyince, kaynaksız vaatler ardı ardına öne sürülünce, bu arada kadınlar unutulurken, yabancı uyruklular için bile projeler geliştirilince aklıma geldi paylaşayım dedim.

Yine ortalıkta çok nezih ifadelerin dolaştığını görünce, pislikten tezeğe, çöplükten kirliliğe ahkâm kesmekte efelenmekte sınır, dur durak tanımayanların dilinde politik kirlilik tavan yapınca gözden kaçırmış olabilirsiniz. Yazayım, iki ara bir derede TRT yine yapacağını yapmış. İktidara 37 saat, muhalefete 3 saat ayırmış. Siz bu tarafsız habercilik anlayışına bakar mısınız?

Barajları satmakla övünenler unutmasınlar! Halkın sırtına kötü anılarla dolu bagajlar yüklediler, taşıyamayacağı kadar ağır yüklere boğdular insanımızı. Yetinmediler! Gençleri ikiye üçe ayırdılar, “benden”- “benden olmayan” diye yaftaladılar. Bazı gençlere şans nedir, eşitlik nedir, fırsat nedir, iyi eğitim nedir, gelecek nasıl kazanılır anlatmadılar. Sadece bulundukları koşulları olağan bulmaları için adına kader dediler, adını hayat tarzı koydular, böylece onlarını bir kısmını uyuttular ve böldüler. Oysa önemli olan gittikçe ağırlaşan ülke dramının su yüzüne çıkartılmasıydı. Umurlarında mı bilmiyorum ama ülkenin gençleri espri arıyor. Şahsen ve fıtraten espriden çok bağırmaktan ve ağlamaktan hoşlananlar bu konuyu gündeme alıp çalışsalar iyi olur.

Seçime az bir süre kala akılları başlarına yeni gelenler, aslında sandık kaygısıyla gösterişte ekonomi düzelsin diye paket üstüne paket açıklayanlar, torba üstüne torba açanlar, yasa üstüne yasa koyanlar keşke biraz da Beştepe ve yazlık sarayın masraflarını kısma yoluna gitseler.

Düne kadar evlenip evlenmeyeceğimize, çalışıp çalışmayacağımıza kakar verenler, çocuk sayısından giysilerimize kadar yol çizip, karışanlar, yetinmeyip adeta bir devlet politikası haline getirenler! Neredeyse hayatımızın her anında ve hemen yanı başımızda olanlar dip dalganın geldiğini gördüklerinden midir nedir, düne kadar dediklerini unuttular, birden bire kadını birden kadın dosyasını rafa kaldırdılar...

Tam da bu noktada acep diyorum! Muktedirlere göre “nasılsa kadınlar kendi kendilerine karar veremezler, onlara yol göstermek de karar mekanizmalarını dolduranlar olarak bizim işimiz mi?” diyorlar! “Onların her daim ve her konuda yardıma ihtiyaçları vardır” düşüncesiyle mi bize yol haritası çiziyorlar? Ve bunu bazen demeçlerle, bazen nikâh salonlarında, bazen parmak sallayarak, bazen tehdit savurarak, bazen meydanlarda ayar çekerek, bazen de haber diliyle gözümüze sokuyorlar…

Ama yeter ve yetti artık!

Eskiler “Yeter söz milletin!” demişlerdi. Hububatı ithal eden bir ülke olarak, hafriyattan göz açamayan bir millet olarak, bakliyat çuvallarına kanan bir toplum olarak, parmak sallanan kadınlar olarak gözümüz açıldı artık. “Kâfi karar halkın artık!” demek için halk yollara düştü- meydanlara çıktı bile. 16 köklü üniversiteyi bölüp parçalayarak, çıkan sesleri, verilen emekleri, akıtılan gözyaşlarını görmezden gelerek 16 yeni üniversiteyi tabela olarak açmak unutulmayacak, unutulmamalı. Bu arada 16 yılda yapılanlar da!

Devlet üniversitesi sayısını alt yapısını hazırlamadan 128’e çıkarmakla övünmek, içlerini boşaltmak, üniversiteli işsiz sayısının yüzde 32 olduğunu hiçe saymak ve eğitime indirilen darbeler unutulmayacak, unutulmamalı. 16 yılda eğitimin başına gelenler de!

Kaçak yapılardan hazine arazilerine konanlara, vergi borçlarından prim borçlarına, trafik cezalarından otoyol geçiş ücreti ödemeyenlere, elektrik su affından üniversite affına seçim arifesinde af üstüne af neyin nesi acep?

Bi cümlecik olsun yanıt lütfen desek mi? Ya de bilen varsa beri gelsin, dile gelsin desek mi?