O HALDE NE YAPMALI?

O HALDE NE YAPMALI?

Gündemin yoğunluğundan ötürü geç kaldım ama! 5 Haziran Dünya Çevre Günü idi. Bizi ilgilendirmediği için, biz çevreden çok kendimizle meşgul olduğumuz için, çevre derken aklımıza öncelikle, doğayı, ormanı, yeşili, ağacı betonlaştırmak, koyları tüketmek, gölleri, dereleri, nehirleri kurutmak, yeşil alanları imara açmak geldiği için çevreyle işimiz olmaz bizim diye önemsemedik! Bize ne dünya çevre gününden! Eğer “yeşili yok etme günü!” olsaydı başımızın üstünde yeri olurdu, gerisinden bize ne?

Doğaya karşı bunca hoyrat, bu denli acımasız, bu kadar kaba, hırçın, bencil, sevgisiz, saygısız, ranta bu kadar düşkün, bu kadar açgözlü davranmak nasıl bir duygudur sorusuna yanıt vermeyi gereksiz görenleri! “Çevre bizi hiç ilgilendirmez, bu böyle biline!” diyenleri görünce; insan doğaya sahip çıkan, yeşili gözü gibi koruyan ülkelere bakarak hem imreniyor, hem içleniyor doğrusu…

Hal böyle iken durup durup bunları neden yazarız, ya da durup dururken bunlar nereden aklımıza gelir? Bu sorulara yanıtım ne yazık ki yok! Ama kendi nam ve hesabıma sorularım çok! Sırayla gidersem; bu yazılanlar sizin aklınıza gelmiyor mu? İnsanlık kitlesel savaşlarla, salgın hastalıklarla, doğal afetlerle yüzleşince tarihin akışını değiştiren kırılma noktalarının oluşması, bunların dünya çapında sonuçlar doğurması ve derin izler bırakması hayal midir? Gelmediyse neden gelmiyor?

Şimdi daha fazla gerilmemek adına konuyu değiştirmeye kalkarsam, o halde ne yapmalı sorusunu açmaya çalışırsam, ya da yazının başlığının içini doldurarak ilerlemek istersem ortaya şu tablo çıkar;

Arkası olana bir değil 4 koltuk düşüyormuş, eş, baba, anne kontenjanından merdivenler hızla çıkılıyormuş, özelikle rektör atamalarında; akademik birikim, yönetim tecrübesi, liyakat, uluslararası tanınırlık da neymiş, bazı özel kişilere özel makamlar yaratılıyormuş, göreve uygunluk, bilgi birikimi, deneyim, yetenek unutulalı çok olmuş, büyük bir belirsizlik içinde debelenip duruyormuşuz. Kime ne?

Son günlerde hep var olan taciz, hakaret, cinayet olaylarına yeni halkalar ekleniyormuş. Sabırları sınanan, dirençleri zorlanan kadınlar susturucuyla susturuluyormuş. Barolar bölünmek isteniyormuş. Organize ilerleyen bu durum ve tutuma karşı güçlü ve ayağı yere basan bir karşı duruş sergileyenlere kolluk güçleri müdahale ediyormuş. “Biz özneyiz, görünürüz, değerliyiz ve fakat yalnızız” diyenlere yönetim zorluk çıkarıyormuş. Kime ne?

Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminde; uyum, koordinasyon, karar alma, açıklama yapma her alanda konuşma tek biri kişide toplanırmış. Ekonomi kötü, daha çok işsizlik kapıda, esnaf dertli, borç yükü ağır, iflaslar artmışken her konuda karar mercii CB imiş. Gelişmiş demokrasilerde ve üst düzey idarecilikte; açıklama yapma, sonuçları dile getirme, çok düşünüp az konuşma, tarihten ve coğrafyadan ders çıkarma, işi uzmanlarına bırakma geçerli imiş. Bize ne?

Alıntı notu: Tolstoy; “Bilinç bir insanın başına gelebilecek en yüce, en erdemli beladır.” diyor. Biz de; sorunlara sahip çıkanlar hem kalplerimizde hem toplumsal hafızamızda yerlerini hep koruyacaktır. Bana karşılık şiş ve kebap yakmama ustaları da hiç unutulmayacaktır. Bu da böyle biline diyoruz…

Selamlama notu: Yazımı bitirirken; aklıma ve yüreğime düşen, göz ve kulak belleğimde yer alan bir kutlamam var. Ülkemizin her alanda ve her disiplinde hiç eğilmeyen başlarıyla aydınlara! İlkelerinden ödün vermeyen duruşlarıyla sanatçılara! Varlıklarını omuz başında hissettiren dostlara! Kelle koltukta yürek yumrukta arka çıkanlara,  her daim emekten yana, dayanışmadan yana tavır alanlara selam olsun…