Ataklı-YORUM:
DİNCİ-FAŞİST İTTİFAK AĞIR BİR TOKAT YEDİ
DİNCİ-FAŞİST İTTİFAK AĞIR BİR TOKAT YEDİ

İyi akşamlar sevgili izleyiciler; bugün önemli iki haberle başlamak istiyorum. Gerçi zaten herhalde biliyorsunuzdur ama tekrarlayayım. Birincisi 12 Eylül 1980 askeri darbesini gerçekleştiren Kenan Evren ve dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya ağırlaştırılmış ömür boyu hapse mahkum edildiler.

İkincisi ise Anayasa Mahkemesi dinci-faşist ittifakının kurduğu kumpas sonucu darbe yapmaya teşebbüsle suçlanan Balyoz Davası sanıkları hakkında “hak ihlali yapıldı” kararı aldı.

İkinci haber henüz çok yeni geldi. Bu nedenle ayrıntılı bir hukuki değerlendirme yapmam çok zor ki zaten haddimi de aşmış olurum.

Derhal serbest bırakılmalılar

Ama benim anladığım şu; hak ihlali hukuktaki en önemli kavram. Eğer bir davada hak ihlali olmuşsa dava da düşmüş demektir. Bu durumda Balyoz avukatlarının hemen yarın kararı veren mahkemeye başvurmaları ve sanıkların serbest bırakılmalarını talep etmeleri gerekecektir. Kısacası Cumartesi günü Silivri nöbetinin 1000. Yılı. O gün Silivri’de büyük katılımlı bir etkinlik düzenlenecek. Bu karardan sonra o toplantı yine yapılır mı bilemem ama 1000 gün sonra gelen mutlu bir haber herkese kutlu olsun diyorum.

İşe bakın ki biri 34 yıl önce yapılmış gerçek darbe ile diğeri düzmece belgelerle, sahtecilikle, yalanla, dolanla kotarılıp Türk subaylarına işkence çektirmeyi amaçlamış bir sahte darbe ile ilgili karar aynı gün açıklandı.

Vicdanlarda mahkum olmuşlardı

Gelelim 12 Eylül kararına. Her ikisi de 90 yaşını geçen iki eski general elbette hapse girmeyecekler. Ancak darbeden tam 34 yıl sonra böyle bir ceza almış olmaları en azından takdir-i ilahidir.

Ayrıca bu iki komutan ve diğerleri zaten kamuoyunun vicdanında çoktan mahkûm olmuşlardı. Bana göre vicdanlarda mahkûm olmak en ağır cezalardan bile daha ağır bir ceza.

Ancak sevgili izleyiciler, şunu söylemeden de geçemeyeceğim. Evet, 12 Eylül 1980’de askerler yönetime el koydu. 50 gencimizi astı, yüz binlerce insanı tutukladı, binlerce insan yurtdışına kaçmak zorunda kaldı. On binler işkence tezgâhlarından geçti. Kimi öldü, kimi sakatlandı, kiminin hayatı karardı.

Sadece bu ikili mi suçlu?

Ama bir başka gerçek daha var. 12 Eylül’ün tek suçlusu bu ikili değil ki. Onlarla birlikte hareket eden, onlara destek verenleri nereye koyacağız.

Önce halktan başlayalım. Şimdi yaşım da uygun olduğu, yani 12 Eylül günlerini aklı başında yaşadığım için tanığım, darbe sabahı Türkiye’de bayram havası vardı. Sol, sosyalist görüşlü olanlar dışında hiç kimse şikâyetçi değildi.

Evren ve komutanlar nereye gitseler halk büyük coşkuyla karşılıyor, bağrına basıyordu. Öyle toplama kalabalıklar falan yoktu, herkes kendi gönlünce Evren’i dinlemeye gidiyordu.

Anayasa’ya yüzde 92 destek

Örneğin askerlerin yazdığı, bugün hiç beğenmediğimiz anayasaya halkın yüzde 92’si evet oyu vermişti. Şimdi bazıları “baskı vardı” falan diyebilir. Yoktu diyemem ama sırf askerler baskı yapıyor diye korkup da evet oyu veren sayısı devede kulak kalır, bunu da bilin.

Gerçi bazıları daha sonra bu tavrı “vatandaş askerin bir an önce gitmesi için evet oyu verdi, hayır verse askerlerin gitmeyeceğini biliyordu” gibi abuk sabuk senaryoları yutturmaya çalıştı ama gerçek bu değildi.

Turgut Özal’ı ne yapacağız?

Peki 12 Eylül’ün ürünü isimleri ne yapacağız. Şimdi AKP’liler tarafından “demokrasi kahramanı” olarak anılan Turgut Özal’ı nereye koyacağız.

Darbe olmuş, iki gün sonra askerler hükümet açıklıyor, Turgut Özal en önemli görevde. Bütün ekonomi kendisine bağlanmış. Başbakan bir asker ama Turgut Özal’ın yetkileri başbakandan bile fazla.

Bugün demokrasi havarisi kesilen, ama o günlerde Evren’in elini öpmek için kuyruğa giren, evlerinde ağırlayan, yazılarıyla yıkama yağlama yapan gazetecileri ne yapacağız.

Önünde el pençe divandılar

Bugün “darbecileri biz yargıladık, darbelerden ancak biz hesap sorarız” diye böbürlenen, ama darbeye karşı çıkmadıkları gibi, başlarına hiçbir şey gelmeyen, Evren’in gözüne girmek için önünde el pençe divan duran, “Paşam ah sizin zamanınızda ben İstanbul Belediye başkanı olsaydım uçururduk bu şehri” diyen, onu Çankaya Köşkü’nde ağırlayanlara da iki satır lafımız olmayacak mı?

Evren ve arkadaşları darbe yaparken dönemin Amerika Başkanı’nın “Aferin bizim çocuklar başardı” diye sevinmesini unutacak mıyız?

Sevgili izleyiciler, şimdinin tatlısu demokratlarının darbelerden falan anladığı yok aslında. Ne 12 Eylül’ü bilirler, ne nedenlerini, ne sonuçlarını. Zamanında 12 Eylül’e yaranmak için kırk takla atanlar bugün güya demokratmış gibi davranıyor. Bu da insanın içini acıtmıyor değil.

Çünkü biz o dönemlerde canımızı da ortaya koyarken askeri darbeye karşı çıkarken, arkadaşlarımız tutuklanır, işkencelerden geçer, asılırken, bugünün egemenleri davul zurna çalıyordu.

Dinciler neden güya darbe karşıtı?

Bakın sevgili izleyiciler, AKP’nin özellikle dinci tabanı son yıllarda müthiş anti darbeci kesildi. Sorarsanız darbelere karşı olduklarını, askeri vesayet istemediklerini, demokrasi ve hukuktan yana olduklarını söylerler. Oysa ne demokrasiyi ne hukuku da bilmezler ve uygulamazlar. Mahkeme kararına karşı bile “Vız gelir tırıs gider” diyen bir anlayışı demokrasi sandıkları için de zamanında hak hukuk tanımayan darbecilerin hep yanında yer almışlardır.

Şimdi bu sözde demokratlar darbeleri sanki İslam dinine karşı yapılmış gibi anlatıyorlar. Halkın özellikle daha genç kesimi, 12 Eylül’le ilgili yaşları gereği hiç anıları olmayanlar sanıyorlar ki asker geldi ve inançlı insanlara baskı yaptı.

Hani 28 Şubat’ta iş ve medya dünyasının askeri kullanarak irtica ile mücadele ediyormuş gibi yaptığı dönem var ya, işte darbeleri hep onunla özdeşleştirip “İnananların bir daha baskı altına alınmaması için darbelere karşıyız” propagandası yaptılar.

Bu nedenle halkın bir bölümünün aklına darbe dendi mi “asker dine karşı” gibi saçma sapan bir algı geliyor.

Dincilik 12 Eylül’le gelişti

Oysa 12 Eylül tam tersine, dini Siyasal İslamcı bir partiden bile daha istismar ederek halkı etkilemeye çalışmıştı. Cemaatler, tarikatlar, dini yapılanmalar askerler tarafından hep korundu kollandı. Evren hemen her konuşmasında mutlaka ya bir ayetten ya bir hadisten örnekler verirdi, mutlaka herkesin bildiği bir din büyüğünden nasihatler anlatırdı.

Öyle ki, yeni başlayan PKK terörüne karşı askeri helikopterlerden terörü kötüleyen üzerinde ayet ve hadislerin yazılı olduğu kâğıtlar atılırdı. Oradaki halk bunları okuyacak, PKK terörünün dine de karşı olduğunu öğrenecek ve karşı tepki gösterecek. Bunlar yapılırdı işte.

İmam Hatiplerin önünün açılması, Suudi Arabistan kaynaklı Rabıta örgütünün Türkiye’de faaliyette bulunması, kimi cemaatlerin hızla ülke çapında örgütlenmesi de hep 12 Eylül rejiminin esiridir.

Gençlerin apolotize edilerek toplum gerçeklerinden uzaklaştırılması, tüketim ekonomisinin pompalanması, borç yiğidin kamçısıdır atasözüyle herkesin hayatının çalınması da 12 Eylül’ün Türkiye’ye armağanlarıdır.

Erdoğan iktidarını 12 Eylül’e borçlu

Eğer bugün Tayyip Erdoğan ve zihniyeti Türkiye’de sadece hükümet etmekle kalmayıp Atatürk devrim ve ilkelerini değiştirmeye, Cumhuriyet’in içini boşaltmaya cesaret edebiliyorsa bunu 12 Eylül’ün açtığı yoldan yürüyerek iktidara gelmesine borçludur.

Bunlara bakınca elbette tamamen NATO talimatıyla darbe yapan, Türkiye’nin global güçlerin istediği biçimde yoğrulmasına izin veren 12 Eylül’ün iki isminin sembolik olarak da olsa mahkum edilmesine seviniyorum ama bu gerçekleri de söylemeden edemiyorum.

Cumhurbaşkanlığı seçimi konusu

Evet, sevgili izleyiciler, gelelim günümüzün en önemli tartışmasına, Cumhurbaşkanlığı seçimlerine.

Şimdi bir iki gündür hep bunu konuşuyoruz, daha da konuşacağız elbette.

Şunu açıkça söylemeliyim ki Türkiye hiç bu kadar çetin bir açmazla karşı karşıya getirilmemişti. Cumhurbaşkanlığı seçimleri aslında çok önemli değil, bunu önemli hale getiren Tayyip Erdoğan’ın tavrı. Çünkü Erdoğan Cumhurbaşkanlığı makamını Türkiye’yi temsil eden bir makam olmaktan çıkarıp, ülkeyi bir başkan gibi yöneten, dediği dedik bir tek adamlık yeri olarak görüyor.

Erdoğan’dan başka hiç kimsenin böyle bir hırsı ve hevesi yok. Ayrıca zaten Erdoğan dışında hiç kimsenin buna gücü de yetmez. Arkanızda parlamento desteği olmadan böyle bir hayale kapılmanız olanaksızdır.

Oysa Erdoğan Meclis’teki çoğunluğuna güvenip ülkeyi Çankaya’dan yönetme rüyası görüyor.

“Öyle biri olmalı ki” telaşı

Durum böyle olunca muhalefet de Erdoğan’ı Çankaya’ya çıkarmamak için kolları sıvadı doğal olarak. Ancak bu kez de “Öyle birini koymalıyız ki, herkes bu isme oy versin hatta AKP’den de oy koparalım” telaşı başladı.

Fikir güzel de CHP öyle bir ismi çıkardı ki, bunu özellikle Cumhuriyet’e, Atatürk ilke ve devrimlerine bağlı, laik demokratik Türkiye sevdası taşıyanların içine sindirmesi mümkün değil.

Kırk katır kırk satır

Ama bu kez de önümüze “Kırk katır mı kırk satır mı?” gibi bir şey çıkmış oldu.

Bir tarafta Tayyip Erdoğan’ın diktatörce yönetimine son verme istek ve arzusu, diğer tarafta Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesinin dışına çıkmayı kabul etme ve Türkiye’yi “bir İslam devleti gibi sunma” projesine destek verme zorunluluğunun olması.

Dün size daha ayrıntılı anlatmaya çalıştım. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun adaylığı tıpkı Tayyip Erdoğan’ın iktidar yapılması gibi bir projedir. Dünya global sisteminin içteki müttefiklerle el ele vererek Türkiye’yi yeniden yoğurma amacını taşımaktadır.

Oyun mutlaka bozulmalıdır

O halde bu oyun bozulmalıdır. “Aman oylar bölünmesin” gibi saçma sapan bir algının kurbanı olmak yerine bir ya da birkaç adayın daha ortaya çıkması sağlanmalıdır.

İyi de bu nasıl olacak? Cumhurbaşkanlığı seçimini düzenleyen madde öyle bir yazılmış ki, ancak 20 milletvekili Cumhurbaşkanlığı için aday gösterebiliyor.

CHP ve MHP patronları hiç kimseye sormadan; danışmadan, görüşmeden kalktılar şahsi iradelerini ortaya koyarak “adayımız budur” dediler. Bu durumda her iki partiden de aday gösterecek milletvekili bulmak parti disiplini nedeniyle neredeyse olanaksız.

20+1 cesur insan gerekli

Ancak 20 cesur milletvekili bulunabilirse ki bunun ille de CHP’den olması şart değil, değişik partilerden de olabilir ortaya bir aday çıkabilir.

Tabii bir de aday olacak kadar cesur bir isim bulmak da gerekiyor. “Paranoyak” biçimde “Oylar CHP’ye gitmezse Erdoğan yerinde kalır” algısının esir aldığı kitlelerin saldırı ve hakaretlerine göğüs gerecek bir cesur aday lazım.

Şimdi sevgili izleyiciler, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde asıl önemli olan ikinci tur. Birinci turda muhtemelen hiçbir aday yüzde 50’yi geçemez. Çünkü seçime muhtemelen AKP adayı, CHP-MHP adayı ve HDP adayı ile girilecek. İkinci tur ise yine muhtemelen AKP adayı ile CHP-MHP adayı arasında geçecek.

1 değil 5 aday olsa ne olur?

AKP öyle bir oy sınırındaki, ilk turda ilk bir değil 5 rakibi de olsa yüzde 50’yi geçemiyor. O halde ilk turda başka adayların da olması fark etmez, oylar bölünmez. Sadece ikinci tura kalacak adayı belirlemiş olacağız. İkinci turda Tayyip Erdoğan’ı istemeyen herkes diğer adaya yönlenebilir.

Bakın bugün ilginç bir şey oldu. HDP’liler CHP milletvekili Rıza Türmen’e “bizim adayımız ol” çağrısı yaptı. Türmen Türkiye’yi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde başarıyla temsil etmiş birçok önemli bir hukukçu.

Tabii Türmen’in HDP adaylığını kabul etmesi mümkün değil. Ama CHP’liler Türmen’i aday gösterebilir. Hatta bir iki HDP’li de imza verse ne olur? MHP’den de rahatsız olan birkaç milletvekili buna katılabilir. Alın size ortak aday.

Aday olacak çok isim var

Bunun dışında, Emine Ülker Tarhan, Meral Akşener, Sami Selçuk, Yılmaz Büyükerşen ya da şimdi adı aklıma gelmeyen ama Çankaya’ya yakışan başka isimler de aday gösterilebilir.

İlk turda yarışırlar, halk en çok kime oy verirse o ikinci tura kalır, işte o zaman “Oyları bölmeyin” diyerek bu adayı desteklemek herkesin görevi olur.

Bu akşamki süremin sonuna geldim. Yarın aynı saatte yine birlikte olmak dileği ile iyilikler sunarım. Hoşça kalın...



GÜNÜN YORUMU. 18.6.2014. ÇRŞ. paylaşan: ulusalkanal

Ulusal Kanal
Misafir Avatar
İsim
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner80

banner87

MEĞER ERDOĞAN GELENE KADAR BU ÜLKEDE HİÇBİR...
Video Haber: "Can Ataklı'dan 11.07.2014 Cuma, Günün Yorumu..."

Haberi Oku