TÜRKİYE'NİN YENİ İMAJI: "VATANDAŞINI DÖVEN BAŞBAKAN"

Değerli izleyiciler; acımız gittikçe büyüyor. Ben yayına girerken Soma’daki maden ocağından çıkan cenaze sayısı 285’ti. Tabii bunlar resmi rakamlar, daha doğrusu madenden çıkarılan, kimliği saptanan ve ailesine teslim edilenlerin rakamı.
Aşağıda tam olarak kaç kişinin olduğu tam olarak bilinmiyor. Ancak hala heyecanla madenin kapısında bekleyenlerin sayısına bakarsak henüz ulaşılmayan çok sayıda maden işçisinin olduğu ortada. Demek ki hala evine dönmeyen çok sayıda maden işçisi var ki, yakınları umutla hala bekleşiyor.

Yaygın inanç da zaten bu yönde. Yani vatandaş ölü sayısının daha yüksek olduğunu ancak hükümetin bunu açıklamadığına inanıyor.

Korkudan saklıyorlar

“Peki, iyi de sonunda gerçek ölü sayısı ortaya çıkmayacak mı? Kimden neyi saklıyorlar?” diye soracaksınız haklı olarak. Şu nedenle saklıyorlar; maden kazası Türkiye’de beklenmedik bir tepki yarattı. Hemen her yerde Soma faciası protesto ediliyor. Ve doğal olarak hedefte iktidar var. Çünkü sonuçta işçilerin güvenliğinden sorumlu asıl makam hükümet. Burada bir zafiyet olduğunu düşünen herkes hükümeti sorumlu tutuyor.

Ölü sayısı ne kadar yüksek olursa, tepkilerin de o kadar büyük olacağını hesaplayan iktidar, gerçek sayıyı açıklamayı olabildiğince zamana yayarak tepkileri azaltmak istiyor.

Zaten sanıyorum bu nedenle daha ilk anda “toplu bir cenaze töreni yapılmayacak” açıklaması yapıldı. Bundan da kaçmaları kendi açılarından çok normal. Çünkü toplu yapılacak bir törene hükümetin önde gelenlerinin de katılması gerekecek.
Böyle bir cenaze töreninde aşırı tepkili olan vatandaşlara karşı hükümet üyelerini korumanın çok güç olacağını düşünmüşlerdir.

Protestolar artıyor

Değerli izleyiciler, sayısı henüz belirsiz olan maden işçilerimizin acısını yüreğimize gömerken gündeme giderek Soma katliamına yönelik protestolar oturmaya başladı.

Bugün İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de, Diyarbakır’da ve daha pek çok yerde protesto gösterileri yapıldı. Birçok işyerinde üç dakikalık sembolik iş bırakma eylemleri yapıldı.

Ancak iktidarın bunlara hiç tahammülü yok. Her gösteri şiddet kullanılarak dağıtıldı. Yüzlerce binlerce kişiye yine gaz sıkıldı, tazyikli su püskürtüldü. DİSK Genel Başkanı İzmir’deki müdahale sırasında yaralanarak hastaneye kaldırıldı.

Her yerde protesto edilir

Kalabalıklara neden müdahale edilir? Ne yapacaklar yani, ortalığı yakıp yıkacaklar mı? Bugüne kadar hangi gösteride polis saldırısı olmadan bir olay çıktı, yakılıp yıkılan, yağmalanan tek yer var mı? Polis saldırmayınca yaralanan, ölen var mı? Yok.
Çok sayıda işçi cinayet gibi bir kazada ölmüş. Dünyanın her yerinde böyle bir olay hem büyük üzüntü yaratır hem de sorumlularına yönelik protestolar yapılır. Dün akşam İstiklal Caddesi’nde yürüyenlere niye gaz sıkılır ki?

Taksim namusları ya

Efendim onlar Taksim’e çıkmak istemişler. Eee Taksim Başbakan’ın namusu gibi oldu. Kimse Taksim’e çıkamaz. İyi de İzmir’de niye gaz sıktın, su fışkırttın, Ankara’da da yaptın, Diyarbakır’da da.

Neymiş, toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanununa aykırıymış, göstericiler trafiği kapatıyorlarmış.

Başbakan Cumhurbaşkanı geçecek diye her yerde trafiği felç etmeyi biliyorsunuz ama. Bırakın insanlar protestolarını yapsınlar, zaten siz su sıkmaya, gaz sıkmaya kalkmazsanız onlar kendiliklerinden dağılıp gidecekler.

Hepsi bahane bunların. İktidar halkın sokaklarda olmasından çok korkuyor. Sokaklara bu nedenle kesin hakim olmak istiyor.

Yoksa onlar da biliyor bu gösterilerde hiçbir şey olmayacağını. Ama eğer bu gösterilere katılım giderek artarsa bunun hükümetin sonunu getireceğinden korkuyorlar.

Çok sert müdahalenin tek amacı var, halkı iyice korkutmak ve hiçbir gösteriye katılmamalarını sağlamak.

Kendiliğinden gelen halk

Sürekli Gezi direnişini anmaları, Gezi direnişini bir terör eylemi gibi göstermek istemeleri bundan. Gezi olayının en büyük özelliği, hiçbir örgüte bağlı olmayan, hiç kimseden talimat veya çağrı almayan insanların kendiliklerinden meydanlara gelmesiydi.
Bu toplanmalara çok sert müdahale ederseniz, o kendiliğinden gelenlerin büyük çoğunluğu korkuya kapılarak bunlardan uzak durur. Sonra ne olur? Giderek bu tür eylemler bazı küçük grupların kendilerini gösterme alanı haline gelir. Katılımcı sayısı azalır ama şiddet oranı yükselir.

İktidarın asıl istediği bu. 1 Mayıs’ta bunu çok güzel uyguladılar. Öyle bir dehşet ve korku havası yaydılar ki, kimse meydanlara gelmeye cesaret edemedi. Gelmek isteyenleri de barikatlarla engellediler. Ama her nasılsa yüzleri maskeli, ellerinde taş ve Molotoflar bulunanlar her tarafta cirit atabildi.

Maskeliler cirit atıyor ama

Ben gazeteci olarak Sirkeci’ye, oradan Unkapanı’na, sonra binbir zorlukla polis barikatlarını, o da tanındığım ve üstelik cebimde izin kağıdım olduğu için, atlayarak Galata köprüsünü yaya olarak geçip Ulusal Kanal’a gelebilirken, bu maskeliler neredeyse Taksim alanına girecek kadar yakınlaşabilmişlerdi.

Ertesi gün gördünüz, cümle yandaş yalaka medya bu maskeli, taşlı, molotoflu olanların fotoğraflarını boy boy yayınladı sayfalarında.

Gösteriler için bir öneri

Şimdi yeri gelmişken bir hatırlatmada bulunmak ve bir öneri getirmek istiyorum.

Soma katliamını ya da bir başka olayı protesto etmek için toplananlar ellerine bayrak, flama almasınlar. Bazı küçük gruplar bu kalabalıklara ellerinde kendi bayraklarıyla katılıyorlar. Sonuçta büyük kalabalıklar içinde küçük bir grubun bayrak ve flamaları daha fazla ya da kalabalığa egemenmiş gibi görünüyor.

Dün İstiklal Caddesi’ndeydim. Binlerce kişi Soma katliamını protesto etmek için Tünel’de toplanmış, Galatasaray üzerinden Taksim’e doğru yürüyüşe geçmişti. Ancak arada pek çok kişinin gördükleri bazı örgüt bayrak ve flamalarından rahatsız olarak yarı yolda korteji bırakıp ara sokaklardan gittiklerini gördüm.

Sıradan insanlar kaçıyor

Kimbilir kaç kişi beni görünce “Can Bey, bunlar kim, neden bu kadar masum bir protosto eylemine gölge düşürüyorlar” dedi hatırlamıyorum.

Şimdi sevgili izleyiciler, bunları söyleyince bazı küçük parti ve örgüt üyeleri bana öfkeleneceklerdir. Birazdan özellikle twitter üzerinden hakaretler alabilirim.

Ama derdim şu; tamamen öfkelendiği için protesto gösterilerine katılan onbinlerce insanın alerji duyduğu örgüt ya da partiler var. Bu bir gerçek.

Adam ailesiyle beraber Taksim’e çıkmak istiyor, demokratik bir hakkını kullanmak istiyor, ama önünde hiç beğenmediği, hiç istemediği bir örgütün bayrağını görünce “benim burada işim yok” diyor.

İşte bu nedenle diyorum ki, bu tür protesto gösterilerinde kimse eline ait olduğu partinin, örgütün veya herhangi başka bir kuruluşun bayrağını flamasını almasın. Varsa öfkesini, talebini dile getiren bir pankart yazsın.

Aidiyete gerek yok

Bazı küçük örgüt dernek yöneticileri şunu bilsinler; bu tür kitle gösterisinde bayrak açınca belki kendilerini tatmin ediyorlar, “büyük kitleleri arkamıza aldık” diye gururlanıyorlar belki ama, ondan çok daha fazla insanı kaçırdıklarının da farkına varsınlar.

Eğer büyük kitle gösterileri yapılmak isteniyorsa, halkın geniş katılımını sağlamak için aidiyet belirten hiçbir şeyi ortaya koymamak gerekir.

Vatandaş tokatlayan başbakan

Evet daha fazla uzatmayayım; sevgili izleyiciler Soma’da dün ve bugün yaşananlar da ibret verici. Türkiye’de ilk kez bir başbakan kendisini protesto ettiği gerekçesiyle bir vatandaşı tokatladı. Görüntülerini gün boyu izlediniz, Başbakan soma’da arabasından inip yakınlarını kaybedenlerin arasına girmek istiyor.

Aslında o sırada protestolar yapılıyor ama sanıyorum Soma’da AKP’nin ve diğer sağ partilerin ezici bir üstünlüğü olduğunu bilen Başbakan “Kuru gürültü yapanları nasıl olsa benim seçmenlerim bastırır” diye düşündü. Ama istediği gibi olmadı. Başbakan’ın araçtan inmesiyle birlikte protestolar daha da arttı.

Başbakana katil demek

Sonunda güvenlik güçleri çareyi Başbakan’ı bir markete sokmakta buldu. İşte bu sırada market içinde bulunan 15-16 yaşlarındaki bir kız çocuğu Başbakan’a “babamın katilinin burada ne işi var” diye bağırıyor. Korumalar kızın üzerine yürüyor, başbakan’da tam karşısında olan kıza tokat atıyor.

Belki içinizden “Canım başbakanın yüzüne de katil denmez ki” diyenler çıkabilir. Denmez denmesine de, ne olursa olsun bir Başbakan kendi vatandaşını tokatlar mı?

Gerçi bundan önceki protestolarda hep polis bu görevi yapıyordu, bu kez çok yakın olunca Erdoğan kendi işini polise bırakmak istememiş demek ki.

Müşavir daha baskın çıktı

Başbakan bunu yapınca müşaviri de özel kuvvet polislerine kollarını tutturduğu bir genci yerde tekmelemekten sakınmıyor tabii. O adı Yusuf mudur nedir, genç bir müşavir, yani danışman mı oluyor tam Türkçesi, artık başbakan buna ne danışıyorsa, polislerin tuttuğu bir gence yerde yatarken hırsla tekme atıyor. Görüntülerini görmüşsünüzdür, görmediyseniz az sonra başlayacak Ümit Zileli ile Ana Haber’de göreceksiniz zaten.

Böyle bir şey dünyanın hiçbir yerinde olmaz. Ama o başbakan danışmanı pişkin bir edayla medyanın önüne çıkıyor ve “Tekme atan benim, ne olduğunu yarın anlatacağım” diyor. Anlatılacak nesi varsa artık, ama AKP’nin tetikçileri o Yusuf denen adam adına ne olduğunu sosyal medyada anlattılar bile.

Madenci yakını değilmiş!

Neymiş efendim, o tekme yiyen aslında Soma’da yakınını kaybeden biri değilmiş de, İzmir’den gelen öğrenciymiş. Bu danışmanın orasını burasını çekiştirip hakaretler etmiş.

De ki öyle, yine böyle bir şey olmaz da, ama fotoğraf hiç de öyle demiyor. Söylenenler doğru olsa, o genç hakaret ederken danışmanın sinirlenip vurması lazım değil mi? Öyle değil ki, özel timciler genci tutup yere yatırmışlar, o danışman kalabalık arasından kopup geliyor ve tekme atıyor.

Ayrıca yani tekme yiyen madenci yakını değilse ona her şeyi yapmak serbest mi yani? Bunlar iyice akıllarını kaçırıyorlar farkında bile değiller.

Şimdi en başa dönelim, danışmanın polislere tutturup adam tekmelediği, başbakanın genç bir kızı tartakladığı ülkede polis de durumdan vazife çıkararak kalabalıklara acımasızca gaz da sıkar su da püskürtür ateş de eder.

İpin ucunu kaçırıyorlar

Değerli izleyiciler, iktidar şiddet kullanma konusunda ipin ucunu iyice kaçırmak üzere hatta belki kaçırdı da. Sertlik politikası ile kendine oy verenleri bir süre daha oyalayabilir, hatta bunu bir dik duruş bir kahramanlık bir cesaret örneği olarak yutturmaya kalkabilir.

Ama bunu bu ülkenin nitelikli kesimine, dünyaya, dünya kamuoyuna anlatamaz.

Bakın bugün batı basınında Türkiye ile ilgili çok ağır yazılar haberler var. Başbakan’ın protesto edilmesi, bir kıza attığı tokat, danışmanın adam tekmelemesi dünya basının manşetlerinde.
Bunlar hep Türkiye’nin aleyhine gelişmelerdir. Tayyip Erdoğan dünyada sürekli güven ve itibar kaybeden bir lider konumundadır.

Cehenneme kadar yolun var

Örneğin bugün Almanya’nın en etkili ve itibarlı dergisi Der Spiegel internet sayfasında Erdoğan için “CehenneAme kadar yolun var” anlamına gelen Almanya bir başlık kullandı. “Scher dich zum Teufel” Almanca bir deyim. Türkçeye “Cehenneme git, cehenneme kadar yolun var, cehennem ol” gibi deyimlere karşılık geliyor.

Elbette buna öfkelenip “Haddini bil Alman” falan diyebilirsiniz ama faydası yok. Erdoğan’ın dolayısıyla Türkiye’nin içine girmek istediğimiz Avrupa Birliği’ndeki yeni imajı artık budur.

Cumhurbaşkanı’na protesto

Son olarak Cumhurbaşkanı’nın Soma ziyaretine de değinmek istiyorum. Cumhurbaşkanı bugün Soma’ya çok ayıplı bir ziyaret yaptı. Cumhurbaşkanı gitmeden önce çok geniş güvenlik önlemleri alındı, kentin yolları boşaltıldı, maden kapısında umutla yakınlarını bekleyenler uzaklaştırıldı, jammer denilen sinyal bozucularla telefonların kullanılması, televizyonların yayın yapması engellendi.

Ama ne oldu? Buna rağmen Abdullah Gül protesto edildi. “Ne işin var burada, taşeron işçi istemiyoruz, çek git buradan” diye hep bir ağızdan bağırdı halk.

Evet, Soma ve çevresi AKP’ye olduğu kadar Saadet Partisine ve Büyük Birlik Partisi’ne rekor düzeyde oy veren bir bölge. Muhtemelen kaza adı verilen katliamda ölenlerin büyük çoğunluğu da bu partilere oy vermişti.

“Bunlar bize oy vermişti”

Ama vicdan, akıl, sorumluluk, ahlak diye de bir şey var. Dün başbakan, bugün cumhurbaşkanı kendilerine yönelik protestolara bakıp “Bize oy veren insanlar bu kadar öfkelendiklerine göre mutlaka bir şeyler yapmamız gerek” diye düşünmüşler midir acaba?
Yoksa yine bildik kolaycılığa kaçıp “Bunlar dışarıdan gelen, uluslar arası güçlerin maşası, statükocu darbecilerdir” diye hafife mi almışlardır? Galiba ikincisi.

Bu akşam da süremin sonuna geldim. Yarın aynı saatte buluşmak üzere iyilikler dilerim. Hoşça kalın.