ATLANTIC CITY’den WASHINGTON’a MÜZELER TURU...

Philadelphia’dan sonra bir sahil beldesine uzanmakta yarar olduğunu düşündük… Oğlum Murat rotayı Atlantic City’e çevirdi…

Ormanın içinden geçen otoyolun çevresindeki doğal güzellikte ilerleyerek sahilleri, kumarhaneleri ve otelleriyle ünlü Atlantic City’a ulaştık…

Yerleştiğimiz otelin kadın olan sahibi Yunanlı çıktı ve Türk olduğumuzu öğrenince de doğrusu çok ilgilendi...

New Jersey'in en güzel sahillerini barındıran Atlantic City bizim ege kasabalarını da andırıyor... Oteller dışında öyle pek büyük bina yok kentte… Geniş bulvarlarının çevresi de otellerle dolu...

Geçmişte yaşanan kasırgalar nedeniyle çok badireler atlatan şehir, tatil beldesi olması için 18.yüzyılın başlarında demiryoluna kavuşturulmuş.

41 bin dinleyici kapasiteli Kongre Binası nedeniyle kongre turizmine de hizmet eden şehirde, bundan 90 yıl önce ilk güzellik yarışmasının yapıldığını da anımsatmak gerekiyor.

Demiryolu gelmiş ama kentin ekonomik açıdan canlanması için 1976’da kumarhane furyası da başlatılmış. Amaç ikinci bir Las Vegas yaratmakmış… Hele bir de bembeyaz kumla kaplı sahilleri olunca, burası kumar turizminin de merkezlerinden biri olmuş.

New York'tan yaklaşık 2 saat uzaklıkta bulunan Atlantic City sahili alışveriş mağazaları ve restoranlarla donatılmış. Bunlar dünyanın en uzun “tahta yol”u olarak da bilinen “Boardwalk”ın çevresini süslüyor...

Atlantic City’nin iyi taraflarından biri de neredeyse tüm Amerika’da uygulanan “tax” yani KDV’nin özellikle gıda ve giyim harcamalarında ödenmemesi... İşte bu yüzden olsa gerek dünyanın en ünlü giyim markalarının mağazalarının da bulunduğu outlet merkezi alışveriş tutkunlarının ilgisini çekiyor.

Denizi çok soğuk olduğu için beyaz kumlu sahilin keyfini pek çıkartamadık… Zaten turizm mevsiminin henüz başlamamış olması da, orada olduğumuz günlerde kenti hareketsiz bir noktada tutmuştu…

Atlantic City’de biraz dinlence halinde geçen iki günün ardından rotamızı Washington’a çevirdik... Ancak güzergahta Baltimore vardı.

BALTIMORE’un ÜNLÜ LİMANI…

Amerika’nın 24’ncü büyük şehri olan Baltimore, Patapsco nehri yanında, ünlü Chesapeake körfezi kıyısında bir şehir...

Geçmişte kıtaya akın eden göçmenler için Amerika’ya ikinci bir gümrük kapısı olarak kullanılan “İnner Harbor” limanı da işte bu şehirde...

Burası da tıpkı Pheladelpia ve Atlantic City gibi çok sayıda siyahinin yaşadığı bir şehir. Turizm rehberlerinin notlarında burası pek tekin bir yer olarak anlatılmıyor!... Kimi kaynaklara göre yolda 400’e yakın cinayetin işlendiği bu kent turistleri de ürkütüyor...

Amerika Birleşik Devletlerinde inşa edilen ilk Katolik katedrali de bu şehirde. Katedral 1995 yılında, Papa John Paul tarafından da kutsandığı için de turistlerin ilgisini çekiyor.

Biz Baltimore’da genellikle İnner Harbor’da olmayı tercih ettik... Kentin vitrini de burası zaten. Liman olarak kurulan bölge geniş parkları ve düzenli sahilinde yapılan spor ve kültür etkinliklerine de mekan olduğu için günün her saati kalabalıklara ev sahipliği yapıyor. Doğrusu nefes alınacak ve keyifle dinlenilecek bir alan burası.

1797 tarihinde denize indirilen ancak daha sonra turizme açılan “USS Constellation Gemisi” de burada demirli.

Öğlen yemeğini yediğimiz Türk restoranında garsonluk yapan genç kızın Türkiye’de öğretmenliği bırakarak ABD’nin “fırsatlar ülkesi” hayaline kapıldığını öğrenince çok şaşırdık.

VE… BEYAZ SARAY…

Doğrusu bu kadar düzenli ve güzel bir şehir beklemiyordum Washington DC’yi düşünürken… Ülkenin başkenti olması nedeniyle görkem yakışıyor doğrusu Washington’a…

Şehir tertemiz, bakımlı, keşmekeşten uzak ve bir bürokrasi merkezinden çok bir müze kenti olarak dikkatimizi çekti…

Tabi ki ilk hedef şu meşhur Beyaz Saray… Yani 200 yıl önce inşa edilen “The White House…”

Çevresinde öyle yoğun korumalar, otomatik silahlı polisler vs. yoktu!.. Turistler 500-600 metre uzaklıktan durmadan fotograf çektiriyorlar Trump’um makamının karşısında...

Beyaz Saray çevresindeki geziden sonra asıl amacımız kentteki devas müzeleri ve anıtları görmekti… İşte “The National Mall” yani şehir merkezindeki park çevresinde ünlü Capitol binasından başlayarak Lincoln Anıtı’na kadar olan alan şaşırtıcı güzellikte bir bölge burası…

Bu bölgenin çevresindeki muhteşem müzelerde, tarihten sanata, arkeolojiden uzay bilimlerine, soyu tükenmiş kuşlardan dinozor kalıntılarına kadar şaşırtıcı görüntülerle karşılaşabilirsiniz.

“National Archives” yani ABD federal devlet kayıtlarının korunduğu ulusal arşiv binası da bu bölgede. Müzeler yan yana ve turist kaynıyor çevrelerinde... Ve en ilginci de müzelerin çok büyük bölümü Boston ve New York’un aksine ücretsiz.

Amerika’nın en tanıdık yerlerinden biri olan ve genellikle Beyaz Saray’la da karıştırılan muhteşem kubbeli büyük beyaz yapıda (U.S. Capitol) senato ile yüksek mahkeme görev yapıyor. İçindeki ihtişam nedeniyle ABD’de beni en çok şaşırtan binalardan biri oldu...

HERYERİ MÜZE OLAN BAŞKENT...

Anıtkabir’e bile laf eden densizlerin, ABD halkının önderlerine nasıl saygı gösterdiğini anlaması için Amerikan başkanlarının ihtişamlı anıtlarını görmesi gerekiyor!..

1922 yılında inşa edilmiş olan Lincoln Memorial ise beyaz mermerden yapılmış... Başkan Lincoln’u oturur şekilde gösteren devasa heykel de turist akınına uğruyor...

Akşam karanlığı olmasına rağmen, “bir hayalim var” sözüyle de tanınan siyahi lider Martin Luther King’in bu bölgedeki anıtını da görmeye giden yüzlerce lise öğrencisinin heyecanına tanık olduk.

ABD’nin üçüncü başkanı Thomas Jefferson için 1942’de inşa edilen “Jefferson Memorial” da (Jefferson Anıtı) dikkat çekici... Burada Jefferson’un müthiş bir bronz heykeli var...

1907 yılında başkan Theodore Roosevelt tarafından inşası başlatılan Washington National Cathedrali de görülmeye değer. Yapımı 83 yıl sürmüş ve 1990 yılında tamamlanmış.

1200’den fazla balık ve diğer deniz canlılarının bulunduğu Amerika’nın en eski halka açık akvaryumu olan National Aquarium’u görmeden geçmemek lazım.

“National Air & Space Museum ise uzay teknolojisiyle ilgili dünyada tanınan bir merkez.

Büyük bir sanat galerisi olan “Corcoran Müzesi” de dünyanın en ünlü fotoğrafçılarının eserlerine ev sahipliği yapıyor.

Benim en çok ilgimi ise Afrika kıtasının görsel zenginliklerinin sergilendiği “Ulusal Afrika Sanatları Müzesi” çekti.

Ve tabi ki tüm görkemiyle “National Gallery of Art.” 13 yüzyıldan kalma Avrupa sanat akımı ile Amerikan kültürünün çarpıcı koleksiyonlarının sergilendiği müze iki binada faaliyet gösteriyor.

Kreeger Museum’da ise Monet, Picasso ve Moore’un eserleri izleyicileri şaşırtmaya devam ediyor.

Şu meşhur ve de dünyayı ürküten Pentagon binasını görmemek var mı?.. Baktık da tüm dünyanın adeta “jandarma” merkezi olan ABD Savunma Bakanlığı binasının çevresinde öyle sanıldığı gibi büyük güvenlik donanımı da yoktu!..

YARIN; Amerika’da yaşanır mı yaşanmaz mı?..

https://twitter.com/FARACYAZIYOR
https://www.facebook.com/mfarac

Misafir Avatar
İsim
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner80

banner87