BİR OF ÇEKSEM…

Var mı gençliğini, o güzel günleri özlemle iç çekerek anmayan?

Var mı genç yaşta yitirdiği evladını bir ömür boyu ağlayarak sızlayarak anmayan, anlatmayan?

Var mı anayı, babayı anar gibi geçmişi hasretle anmayan?

Var mı İstanbul’un geçmişini, gürültüsüz ortamını, çevre kirliliği yaşanmayan günlerini, görüntü kirliğiyle tanışmayan geçmişini, hele de bugünlerde, (çimentoya teslim olmuşken) derin ahlar çekerek hatırlamayan?

Ve taaa 1835 yılında Fransız şair Alfonso de Lamartine’in İstanbul için dediği; “İnsana dünyada tek bir yer görme imkânı verilseydi, görmesi gereken yer İstanbul olurdu” şeklindeki sözlerine dikkatle kulak kabartmayan?

Bu kısa ve özlü gençlik ve İstanbul güzellemesinden(!) sonra sözü dolandırmadan Dostoyevski’ye verip, kendi hikâyemize geçelim! “Anlatılacak bir hikâyen yoksa sen o yaşadığına yaşam diyebilir misin?” diyor büyük usta…

Şimdi genç yaşta çekip gidenlerin hikâyelerine kulak verelim!

Sonunda 24 Ağustos 2016’da başlatılan Fırat Kalkanı Harekâtı’nın başarıyla bittiğini (düşük tonda da olsa) başbakan açıkladı ya! 216 günde 71 şehit verilmesine, 300 gazimizin olmasına rağmen başbakan ayrıca yeni adlarla yeni operasyonların yapılabileceğini de sözlerine ekledi ya!

Şimdi sormak zamanıdır!

Ya parmak sallayan, ya da sırt sıvazlayan bir siyasi iktidar, bunu, bunca kayıbı, canını, kolunu, bacağını vermiş bunca vatan evladını kendi tabanına olmasa da geriye kalan yüzde elliye ve dünyaya nasıl anlatacak? Bilemeyiz. Bildiğimiz o ki “Bölge Liderliği” uğruna 71 gencimiz artık yok. 300 genç artık gazi sayılıyor! Ve kendi geleceğini yurtdışında arayan gencimiz her geçen gün daha da artıyor. Bu arada haksız değiller görüşü de daha çok taban buluyor…

Bu karanlık tablodan sonra noktayı içimiz açılsın diye ABD Dışişleri Bakanı Tillerson’un Ankara ziyaretinde Anıtkabir özel defterinde Mustafa Kemal Atatürk’e hitaben yazdıklarıyla koyalım; “Amerikan halkının bir temsilcisi olarak Türk halkına ve onun büyük liderine saygılarımı sunmaktan büyük onur ve gurur duyuyorum. Türkiye Cumhuriyeti’nin büyük ve mümtaz liderine derin saygı ve hayranlıkla…”

Cehaletin körüklendiği, bilginin, felsefenin, sanatın ötelendiği, baskının giderek dozunu artırdığı ülkemizde eloğlunun Atatürk’e duyduğu saygı ve hayranlığı anlatan bu ifadesi düşündürücü değil mi?

Hele de insanların susmasını, her yapılanı sineye çekmesini, tehditlerden ürkmesini isteyen bir anlayış döneminde. Bunu bir yere kadar anlayabiliriz de; Bir yazarın kuracağı tümceyi onlarca kez düşünmesini, ifadesinin içeriğini sık sık değiştirecek sözcükleri arayıp bulmasını, herkesin ensesinde buz gibi, bıçak gibi kendini hissettiren tehlikeyi duymasını anlamak zor!

Hele de örneklerini görüp yaşadıktan sonra iki kere zor…
Misafir Avatar
İsim
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner80

banner87