DERS GİBİ SAVUNMALAR…

Gören, duyan, işiten, okuyan herkesi farklı şiddet ve derinlikte sarsan bu dava bilindiği gibi sıradan bir dava değildi. Aklı başında olan herkesin, vicdan sahibi olan herkesin bildiği gerçeklerin davasıydı! Arkadaşlarımız kaya gibi dik duruşlarıyla, zekâ, bilgi ve birikimle örülmüş donanımlarıyla, tarihin ve olayların doğru tarafında olmanın verdiği rahatlıkla savunmalarını ders verir gibi yaptılar. Haklılıklarını sergilediler, cesaretin bulaşıcı olduğunu bir kez daha kanıtladılar ve bir direniş destanı yazdılar. Bazılarının bu durumu aklı, havsalası almasa da!

Dava sırasında çok önceden verilmiş bir söz için yurtdışına giderken yüreğimi ve aklımın yarısını burada bıraktım. Her çeşit iletişim ağını her an kullanmama, Ezgi Çelik’le sık sık konuşarak ve yazışarak bilgi almama rağmen savunmaları canlı dinlemek, Adalet Sarayı’nın duvarlarına sinen sözleri yetkili ağızlardan duymak isterdim…

Şimdi kalkıp 9 aylık tutsaklıktan geriye neler kaldı diye bakarsak! Halen içeride tutulan 4 kişi, yaşanan onca özlem, hasret, yokluk, yoksunluk, haksızlık der ve şöyle sürdürürüz. Dile kolay 290 gün sonra Cumhuriyet Gazetesi’nde görev yapan yazar, muhabir ve yöneticiler savunmalarını Türk demokrasi tarihine geçecek ölçüde, bir manifesto niteliğinde, ders verir derinlikte yaptılar. Aylarca süren esaretten sonra, tutuklandıktan 9 ay sonra hâkim karşısına çıktılar ve hukuk tarihine geçecek yüreklilikte konuştular. Savunmalarını dinleyememenin üzüntüsüyle okurken hissettiklerim, üzüntüm, duygularım sözcüklere sığmaz!

Okurken düzmece nedenlerle 9 ayları heba olan dostlarım adına yurttaş olarak utandım desem, duyduğum acıyı yeterince yansıtmamış olurum. Yine sergiledikleri dik duruşun ve onurun altını çizsem, dostluğumuz adına duyduğum gururu atlamış olmanın üzüntüsünü yaşarım. 9 aydır gökyüzüne hasret olan, iki haftada bir eşlerini ya gören ya da göremeyen, çocuklarına torunlarına- sevdiklerine hasret tecritte kalan dostlarımın insanlık onuru adına içimi acıtan ruh hallerine girsem, Yeni Türkiye adına normal sayılan bu durumu tam anlamıyla yansıtmakta zorlanırım.

Suçsuz ve haklı olmalarının verdiği rahatlıkla pürüzsüz, telaşsız, berrak ve ders verir gibi yaptıkları konuşmalara yıldızlı pekiyi versem, eksik kalır. Yer yer trajedi, yer yer komedi, daha çok izansızlık ve en çok da vicdansızlık hüküm sürerken yaptıkları destanımsı savunmaya ne desem yetmez. İyisi mi hukuk ve gazetecilik derslerinde okutulsun deyip topu yeni hazırlanan müfredata atıp aradan sıyrılayım!

Dostluğumuzla olduğu kadar iş bitiriciliğiyle de gururlandığım cesur yürekli arkadaşlarımın savunmalarını kaç kez okuduğumu hatırlamıyorum. Ama her okuyuşumda yüzümü kaç kere yıkadığımı net hatırlıyorum! Hukuktan gazeteciliğe, mizahtan sanat ve edebiyata, bilişimden yönetime konuştuklarını okuyunca gözyaşlarımı bazen içime bazen yüzüme akıttığımı iyi biliyorum.

Akılları zorlayan suçlamalar arasında pideciden balıkçıya, çiğköfteciden parkeciye, kaportacıdan, oto tamircisine, lokantacıdan seyahat acentesine kadar makbuz ve telefon görüşmeleri delil diye toplanmış ve iddianameye girmiş iyi mi? Ciddiye alırsınız almazsınız o sizin hukuk bilginize ve vicdanınıza kalmış. Turizm firmalarından oto tamircisine kadar ödenen her paranın makbuzu dosyalarına giren Cumhuriyet çalışanları için dünya hukuk tarihi bu garabete ne der bilemem! Ama bizim hukuk; parkecinin oğlunun kayınpederinin bacanağının yakın arkadaşı olan su tamircisinden suç üretebilmiş! Şimdi bir an gözünüzün önüne getirmeye çalışın, ya da empati kurun. Tüm bu yakıştırmalara; bazen bir kabullenişin, bazen bir boş verişin, bazen bir yol verişin, en çok da sabrın dışa vurumu olan “buna da eyvallah!” diyebilir misiniz? Çok eski ve kadim dostumuz Önder Çelik için yazdığım açık mektup Cumhuriyet’te yayınlanmıştı. Şimdi kendisine canlı canlı sormak isterim! Zamanın ruhu ve bizi yönetenler ne der bilmiyorum ama İngiltere’nin Ankara Büyükelçisi Richard Moore; “Ben Türkçeyi 30 yıl önce Cumhuriyet Gazetesi okuyarak öğrendim. Tutuklu yargılama çok fazla ve bu Türkiye’ye zarar veriyor. Normalleşmenin başladığını görmek istiyoruz” diyor. Duydun mu?

Musa Kart’ın deyimiyle Eyyyy Cumhuriyet Ailesi! Devrandır bu olduğu yerde durmaz döner. Ama er, ama geç mutlaka döner. Bu arada kalbimizden kalemimize bazen öfke topları bazen ateş kıvılcımları dökülür. Ve biz susarız, yerimize şairler, Âşık Hüseyinler konuşur;

“Hüseyin beyhude ah etme naçar/ Bir kapı örterse birini açar/ Buna dünya derler hepisi geçer/ Hangi günü gördün akşam olmamış.”

Şimdilik geçmiş olsun…

Misafir Avatar
İsim
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner80

banner87