DOSTLUK, DİRENÇ ve CESARET!

İnsan bazen öykülerine yaslanır, bazen anılarına sığınır, bazen başından geçenleri anlatır, onlarla teselli bulur, onlarla yaşlanır. Bu bir bakıma dünü güne, günü yarına hatırlatma- geçirme- aktarma çabasıdır. Temeli de dosta ve dostluklara dayanır…

Yaşamı kolaylaştıran ve çekilir kılan şeylerin başında koşulsuz sevgi duymak, yüreğini, ekmeğini, zamanını, enerjisini paylaşmak gelir. Tüm bunların sonunda bir gün unutulmak, yapılanları hiç yaşanmamış saymak, ansızın çekip gitmek ya da o dosyayı sonsuza dek kapatmak da vardır…

İşte o zaman ne mi olur? Allak bullak duygular, pişmanlıklar, keşkeler, utançlar, niye yaptım sorusu insanın kalbine çöreklenir. Ve o iç çekişler çok güç çıkar yuva yaptığı ve yerleştiği o yürek denilen derin kuyudan! Bu duruma kalp dayansa da, can yanar, acı giderek katmerleşir, eksiklik artar, anılar büyür de büyür. Nasıl sorusu, niye sorusu, zamanı mıydı sorusu burgu gibi dönenir durur. Kalbin üstüne tonlarca yük biner, merhem çok uzaklarda kalır, insanın içini kemiren yaralar büyür de büyür.

Sonra akla bir bilgenin; “Büyük dertler dilsizdir” sözü gelir! Sözü eksik söylediği için, söyleyene hemen ve resmen teessüf edilir! Ona; “Unutma Ey Bilge! Derdin küçüğü de dilsizdir” denir. Sen iyiysen sorun yok, ama sen iyi değilsen, biz iyi değilsek sorun vardır, soru çoktur, dert büyüktür ve çözüm yoktur diye de ilave edilir. Bilge duymasa da duyan duyar! Mesaj alınır…

Ciddi ve inandırıcı olmak koşuluyla dostluktan cesarete geçiş yaparsak! Eskiler cesaret; insana özgü bir erdemdir, ona yaraşan bir kimliktir deseler de bazı zaman dilimlerinde cesaret kaçacak delik arar! Ya da onu göstermek için yollara düşmeye pek hal kalmaz!

Dostluk ve cesarete ilişkin kitabi tanımlardan sonra gelelim gelişmeye!

Bugünlerde özlediğiniz, değer verdiğiniz, aynı duyguları paylaştığınız bir kaç dostunuzla bir araya gelip biraz ülke gündeminden uzaklaşmak, başka konulara dalmak, sanattan, modadan, kültürden, sinemadan, kitaptan, müzikten söz etmek istiyorsanız ne mümkün! Üçüncü dakikada yine masaya işsizlik, terör, referandum, ekonomik sorunlar yatırılıp duruyor.

Üniversitelerde ki deprem, yaşamlarını fakülte ve öğrencilerine adamış hocaların başlarına gelenler (getirilenler mi demeliydim?), boş geçen dersler, işsizlik oranının resmi rakamlara göre yüzde 12, gayri resmi rakamlara göre yüzde 30’u bulması. Bir başka tanımla Türkiye’deki işsiz sayısının 190 ülkenin 85’inin nüfusundan daha fazla oluşu. Her konuda söz sahibi olanların konuyu hiç önemsemeyişi vb.

Gel de ülke bu koşullarda iken özlenen buluşmalarda sudan sabundan konuş, sanata modaya dal…  

Devletin olanaklarıyla referanduma kitlenen yönetim erbabı, ufukta beliren yeni seçim rüzgârları, çalışmayan ve çalıştırılmayan TBMM, tavan yapan işsizlik, günü kurtaran yapay önlemler, çizilen pembe tablo, itiş kakış, düşmanlık, saldırı, ihbar, kutuplaşma, ötekileştirme vb.

Birileri durmadan topu diğerine, o da havaya fırlatıyorsa, bir ömür harcanan o zorlu yolda alın teriyle hak edilen akademik cüppeler postallarla eziliyorsa, şu anda üniversitelerde 60’a yakın ders hocaları olmadığı için boş geçiyorsa gel de bu koşullarda buluştuğun dostlarınla modadan konuş, fıkralara gül, keyif yap ve eğlen.

Vaha yok, umut bitmiş, ruh sakin değil, coşku bu toprakları terk etmiş, aydınlık çok uzakta ve sen dostlarınla buluşuyorsun. Sonra da zor dostum, bu koşullarda zor deyip o buluşmadan meyus melül ayrılıyorsun…

Not: Sıkı okurlarımdan gelen yoğun istek üzerine dostluk konusunu işlemeye çalıştım. Umarım olmuştur!
Misafir Avatar
İsim
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner80

banner87