KUSUR mu? NE KUSURU…

Sıkıcı olma pahasına altını çizelim ve tekrar edelim.

Bizimkiler konuşurken sık sık kusura bakmayın diyorlar ya! Kusur mu? Ne kusuru diyesi geliyor insanın…

Aslında bu örnekleri saymakla bitiremeyiz.

Onlar için Cumhuriyet; reklam arası olacak, bir parantez sayılacak, bunu sık sık dile getirecekler ve biz kusura bakmayacağız öyle mi? 

Sayelerinde nerelerden nerelere savrulduğumuzu, yaşanan çelişkileri, sergilenen gelgitleri, tüm bunların topluma ne faturalar ödettiğini sorup sorgulamayacağız öyle mi?

Çağdaş bir Türkiye istiyoruz sorusuna; Erdoğan’ın; “Neyiniz eksik, yollarınız, köprüleriniz, hızlı treniniz yok mu? 14 sene önce bunlar var mıydı?” şeklindeki yanıtını, daha doğrusu çağdaşlıktan ne anladığını duyunca şaşırmayacağız öyle mi?

Düşünüyor ya da hissediyor muyuz? Bilmem ama ben kendi adıma yoldan, köprüden, hızlı trenden önce huzurdan yanayım. Aşı, işi olan gençlikten yanayım. Kadınların öldürülmediği bir ülkeden yanayım. Eğitimin çağdaş olduğu bir sistemden yanayım. 5 yıllık müzik öğretmeni Neslihan Yılmaz’ın atanamadığı için pazarda marul satmadığı bir düzenden yanayım.

Geceleri güzel hayallerin kurulmasından yanayım. Şehit olan oğlunun gömleğini bağrına basarak yastıkları gözyaşlarıyla ıslatan annelerin olmadığı bir dünyadan yanayım.
 
Stratejik derinlik, onurlu yalnızlık diye diye ülkeyi ne hale getirenlerin hesap verdiği bir ülkeden yanayım. Genç yaşta yitirdiği evladının acısını haritayı andıran derin çizgilerle dolu yüzüne yerleştiren babaların acısının artık son bulacağı bir ülkeden yanayım.

Geleneksel Türk hoşgörüsünün kaldığı yerden devam ettiği, insanların ayrıştırılmadığı, etiketlenmediği, ötekileştirilmediği bir ortamdan yanayım. Kendi yeteneksizliklerini başkalarına mal edenlerin bu huylarından vazgeçmelerinden yanayım.

Teyze, amca, yeğen, enişte, kayın, komşu vb kayırmacılığının olmadığı hakça bir düzenden yanayım. Damat, kız, gelin, oğul, yeğen, kuzen, derken başka partilerden gelen yiğitlere kadar uzanan ve insana “Bak Sen!” Dedirten kayırmacılığın artık son bulmasından yanayım.

Adını köprülere vermediği için “ben ne kadar tevazu sahibiyim” diye övünenlerin yaşadıkları ortamı dikkate alarak(!) bu huylarından vazgeçmelerinden yanayım. 

Siyasi tarihimizde sıklıkla kullanılan ama bi türlü hayata geçmeyen “ispatlarsanız istifa ederim” kalıbının (klişe mi demeliydim?) artık hayata geçmesinden yanayım.

“Yanlış anlaşıldım, öyle demek istememiştim” gibi yıllardan beri duyduğumuz ve bilgi eksikliğine dayalı çarpıtmaların artık son bulmasından yanayım.

Siyaset edebiyatımızı dolaşıma sokulan Örneğin “sloganik konuşmayın!” gibi uyduruk sözcüklerin yönetim erbabı tarafından kullanılmamasından yanayım.

Aksi halde gün gelip devran dönüp boya dökülüp foya görülünce dünyaca ünlü yazar Paul Auster’in; “Zengin ve çok çeşitli Türk kültürüne hayranlık duyan bizler Türkiye’de oluşturulmak istenen toplum karşısında son derece rahatsızız ve ürküyoruz” gibi sözleri artık daha sık duyacağımızdan da eminim…
Misafir Avatar
İsim
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner80

banner87