PARTİNİN ve DEVLETİN TEK EFENDİSİ BENİM


Anımsayacaksınız; geçen hafta Hitler meselesi gündemin tepesine oturmuş, ben de bu hırsı aklının önüne geçmiş gaddar faşistin, onbaşılıktan tek adamlığa yükselişini anlattığım yaşam öyküsünü yazmıştım...


Geçen Cumartesi, meslek büyüğüm Oktay Ekşi, Cumhuriyet’te “Hitler Almanya’sından kesitler” anlattı... Son derece ilginç, “yok artık!” dedirtecek detayları sizlerle paylaşmaya karar verdim. Okuyun ve lütfen üzerinde düşünün. Hatta siz de eşinizle dostunuzla paylaşın...


Hitler’in Şansölyelik döneminde, bizzat kendisinin Başbakanlık binasından hapishanelere sürekli yeni tutuklular yolladığı biliniyordu. Bu konuda şöyle konuşuyordu:


-Zamanımızı mahkemelerde harcasaydık çok işimiz olurdu. Ben hukukçu beylere güvenmem. Paragraf cambazlarını işe karıştırmadan... Tutuklamak çok daha pratik. Kendime bu hakkı tanıyorum. Ben kendi kendimin adalet bakanıyım...


Hitler rakibi Röhlm’ü kurşuna dizdirmesinin asıl nedenini de yakın çevresine şöyle açıklamıştı:


-Artık benimle dalga geçilmesine izin vermiyorum! Bu olay gizli ve aleni düşmanlarıma bir uyarı olsun. Ben Hitler’im! Partinin ve devletin tek bir efendisi var, o da benim...


Nasıl megalomani ama!..

 


V
ofstrasse’deki yeni Saray!..



Eski Şansölyelik binası, bu megalomaniye, bu dizginlenemez ihtirasa yetmiyordu tabii!..


Vofstrasse’de yeni bir saray inşa edilmesini emretti. Adı bile hazırdı:


-Yeni Şansölyelik!


Yerli, yabancı Sarayına gelenler Hitler’in büyüklüğü ve sınırsız gücü karşısında apışıp kalmalıydılar!.. Yılbaşı davetinde Hitler, subaylarına aklından geçenleri anlattı:


-Bu beyler mozaikli salona girdiklerinde, Büyük Alman İmparatorluğu’nun üstünlüğünü hemen hissetmeliler. Uzun koridorlar misafirlerimin huşuya kapılmasını sağlayacak!..


Hitler’in özel emriyle demiryolu kralı Borsig’in sarayına, Şansölyelik Sarayının yan binası olarak el konuldu. Yeni sarayda yok yoktu! İtalyan uzmanlar duvarları, öğütülmüş ve çimentoyla karıştırılmış mermerle kaplamışlar ve parlatmışlardı. Her şey parıldıyor, ışıldıyordu. Galerinin sonundaki devasa kabul salonundaki avizeler bu salonu göz kamaştırıcı bir ışıkla dolduruyordu. Zemini örten halı o kadar büyüktü ki, halıyı salona sokabilmek için, duvarın bir kısmının sökülmesi gerekmişti... Hitler’in odası 25 metre uzunluğundaydı. Değişik renkte mermerlerle ve pahalı tablolarla bezenmişti...


Tüm kompleksin inşası toplam 300 milyon Mark’a mal olmuştu. Yani 1 milyar TL civarı.. Ancak her şey tamamlandığında Hitler sarayı yeterince görkemli bulmadı, iyi mi!.. Burayı günün birinde partideki vekili Hes’e devretmeye karar verdi.. Kendisi de Tiergarten’da, Reichstag binasının yanında daha gösterişli bir binaya taşınacaktı... Ancak bina henüz tasarı aşamasındaydı. Gelecekteki saray o denli büyük olacaktı ki, art arda dizilmiş en az 300-400 hizmetçi bu saraya ancak sığabilecekti!..


Demek ki, diktatörlerle saraylar arasında böyle bir “büyüklük” duygudaşlığı doğuyor... Büyük, daha büyük, daha gösterişli, daha görkemli, daha ışıltılı saraylar... Onun yanı sıra daha gaddar, daha acımasız, daha kanlı, daha güvensiz, daha despot diktatörler... Tarih bunlarla dolu. Ancak kaçınılması olanaksız bir ortak özellikleri var:


-Sonunda hepsi yıkılıyor, tıpkı Hitler gibi...

 


Akan kanla duş almak!..

 


Yukarıdaki Hitler yazısına pek uydu bu başlık!..


Daha dün yazdım ABD’deki McCarthy dönemini... Daha mürekkebi kurumadan bir kısım insana karşı ağır bir “linç kampanyası”başlatıldı... Tıpkı 1950’lerin Amerika’sında olduğu gibi... Ama ondan 65 yıl sonra, 21. Yüzyılda!..


Birilerinin düşüncesini beğenmeyebilir, hatta kızabilirsiniz de... Ben de dün 1128 Akademisyenin “Barışa davet” bildirisi üzerine“bildiri demeye utanırım” başlığıyla bir yazı kaleme aldım. Tek taraflı, PKK ağzıyla yazılmış, taraf olmanın bile çok ötesinde bir bildiri olduğu daha ilk satırlarında sırıtıyordu...


Ama linç etmek, işte orada durun! Dünyanın neresinde görülmüştür, Cumhurbaşkanı sıfatını taşıyan bir kişinin düşüncesini beğenmediği insanlara en ağır hakaretleri yapması... hangi adam gibi ülkelerde görülmüştür YÖK adındaki kurumun “durumdan vazife çıkararak” tam 51 dakika içinde Anadolu Ajansına açıklama göndermesi ve bir kısım üniversitenin, akademisyenlerin “sicilini incelemeye” başlaması...


Gelelim, organize suç örgütü lideri muhteremin şu “akan kanla duş alma” meselesine... Niçin şaşırdığınıza şaşırdım valla!.. Adamın işi bu! Daha doğrusu tek iyi bildiği iş bu! Hayatını bu yollardan kazandığı mahkeme kayıtlarına, hapishane defterlerine geçmiş bir sabıkalı...


Üstelik tehdidinde kullandığı sözcükler de yeni değil; seçimler öncesinde Rize’de, “Teröre Lanet” mitinginde kürsüden ne demişti bu muhterem:


-Oluk oluk kan akacak!..


Büyük alkış almamış mıydı?.. “Dur bakalım arkadaş, sen ne diyorsun?” diyen çıktı mı, Bir avuç yazar dışında?  Hayır!.. Peki şimdi ne dedi aynı şahıs:


-Oluk Oluk kanlarınızı akıtacağız ve akan kanlarınızla duş alacağız!..


Bu kez biraz daha fantezi yapmayı ihmal etmemiş, “duşu” devreye sokmuş... Üstelik sonunu da edebi bağlamış:


-Bir umuttur yaşamak!..


Hani, üst kısmını bilmesen “Nazım Usta mı acep?” bile diyebilirsin!..


Bu halk bu filmin çook eski versiyonlarını 70’lerdeki “katliamlarda”, 90’lardaki “şerefli kurşun atan Susurluk kahramanları”dizilerinde sıkça gördü, yaşadı...


-
Bunları “dizayn eden” ellere versenize dikkatinizi!..


https://twitter.com/umit_zileli

Misafir Avatar
İsim
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner80

banner87