TÜRKİYE'nin EKONOMİK KALKINMASI İÇİN ÖNERİLER - 1

Ülkemiz ciddi bir ekonomik kriz yaşıyor ve daha da derinleşmesinden kaygı duyuluyor. Bu nedenle bu krizden nasıl çıkılır ve kalkınma hamlelerine nasıl girişilir? Ve neler yapılmalı, sorusu önem arz etmektedir. Ancak cevaplara geçmeden önce Türkiye’nin Cumhuriyet’ten bu yana kalkınma politikalarını kısaca gözden geçirmekte yarar var.

Türkiye’de kalkınma çabalarını Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren dönemler itibariyle şöyle analiz edebiliriz:

Cumhuriyet’in kuruluş dönemlerinde (1923-1930) liberal bir politika izlenmiştir. 1930’lardan sonra yoğun devlet müdahalelerini görüyoruz. Yani devlet sanayileşme görevini özel sektör ile birlikte kendi de üstlenmiştir. İktisadi devlet teşekküllerinin çekirdeğini oluşturacak Etibank, Sümerbank, Denizcilik Bankası gibi devlete bağlı işletmeler kurulmuştur.

SANAYİ PLANLARI DÖNEMİ

1931’de yürürlüğe giren Beş Yıllık Birinci Sanayi Planı daha çok tüketim mallarının endüstrilerine ağırlık veriyordu. Bu planda iç piyasanın temel ihtiyaçlarını karşılamaya yönelen hammaddesi yurtiçinden temin edilebilen endüstrilerin kurulmasına öncelik verilmişti. Bu dönemin temel özelliği ithalat ikamesi uygulanması idi. İthalat ikameci sanayi politikaları bundan sonra sanayileşmenin temel özelliğini oluşturacaktır.

Bu plan uygulamada başarılı olunca İkinci Beş Yıllık Sanayi Planı yapıldı. Ancak İkinci Dünya Savaşının çıkması nedeniyle uygulanamadı.

1950’de liberal eğilimli iktidar göreve gelmesiyle tarım ve alt yapı yatırımlarına ağırlık verildi. Ancak bu dönemde de sanayileşmeye önem verilmiş ve karma ekonomi, ithalat ikameci politika izlenmiş; ayrıca özel girişimcilik teşvik edilmiştir.

1963 yılında ise Planlı Kalkınma Dönemine girildi. Bu dönemde sanayileşme sürükleyici olarak kabul edilmiş hedef olarak açıkça ortaya konmuştur. İthalat ikamesine dayalı dış ticaret politikası da sanayileşmenin başlıca aracı kabul edilmiştir.

Öte yandan ilk dört planda da ihracat konusunda olumsuz görüş söz konusudur.

Sanayi ürünleri iç üretimde artışlar sağlamış ancak yüksek fiyat ve düşük kalite nedeniyle dış piyasalara yöneltilmesi mümkün olmamıştır. Bu da yoğun bir şekilde yapılan eleştirilerin başında yer almıştır.

Diğer yandan son Kalkına Plan Döneminde Türkiye Ankara Anlaşması imzalanmıştır.

İHRACATA YÖNELİK POLİTİKALAR DÖNEMİ

24 Ocak 1980 İktisadi Kararları ile ihracata yönelik politikalar dönemi başlamıştır. Bu kararlar Dünya Enerji Buhranı’ndan sonra büyük döviz darboğazına girildiği ve yüksek enflasyonun hüküm sürdüğü dönemde uygulamaya konulmuştur. Bu kararların temel amacı, kısa sürede enflasyonun aşağıya çekilmesi ve IMF’nin güvenini kazanarak yeni dış kaynaklar temin etmekti.

Bu kararlarla kotalar kaldırılarak, gümrük tarifeleri düşürülerek, kambiyo denetimleri gevşetilerek, esnek kur sistemine geçilerek, faizler serbest bırakılarak, bürokrasi azaltılarak serbest piyasa mekanizması geliştirildi ve dış ticaret rejimi liberalleştirildi.

Daha önceki yıllarda uygulanan koruyucu politikalardan vazgeçerek ihracat ile döviz gelirlerini artırmak 24 Ocak Kararlarının temel hedeftir.

Bundan sonraki dönemlerin önceliği, serbest piyasa sistemi içinde ihracat odaklı büyümedir. Araçlar; özelleştirme, dış kaynaklara dayalı büyüme, ara malı ürünlerini ithal ederek katma değer yaratmadan üretilen ürünlerin ihracatını yapmaktır. Bunun da gerekçesi küresel ekonomi ile bütünleşmek, küresel gelişmelere ayak uydurmaktı. Çünkü 1980’lerden itibaren küresel ekonomi paracı bir ekonomiye bürünmüştü. Parasal akımlar dünya havuzunda yüzmeye başlamıştı.

GELİŞMEKTE OLAN EKONOMİLERİN ÖZELLİKLERİ

Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin ekonomisinde bir kısır döngü vardır. Bu kısır döngü şemasını da çizen Ragnar Nurkese’dir. Bu ekonomilerde kişi başına düşen gelir azdır. Bunun nedeni verimliliğin az olmasıdır. Verimliliğin az olmasının nedeni kişi başına düşen sermaye stokunun (belirli bir anda bir firma, sanayi veya ülkenin sahip olduğu toplam fiziki sermaye miktarına sermaye stoku denir) az olmasıdır. Sermaye stokunun az olmasının nedeni yatırımların az olmasıdır. Yatırımların az olmasının nedeni de tasarrufların az olmasıdır. Tasarrufların da az olmasının nedeni gelirlerin az olmasıdır.

İşte ekonomik kalkınma için bu kısır döngünün kırılması gerekir.

Bu kısır döngü yanında gelir dağılımında eşitsizlik, yoksulluk, hızlı nüfus artışı, düşük eğitim düzeyi de gelişmekte olan ülkelerin ortak özelliğini oluşturuyor.

Nobel Ödülü Meksikalı şair Octavia Paz ise az gelişmiş ülkeleri şöyle tanımlıyor:

“Güçlülerin zayıflara egemen olduğu, siyasetin ekonomiye, hiyerarşinin yeteneğe, gizli ilişkilerin hak ve hukuka baş eğdirdiği, eleştirilerin mutlak bir şekilde ceza gördüğü, insanın hor görüldüğü yer..”

Devam edeceğiz...

https://twitter.com/MPamukoglu
https://www.facebook.com/mustafa.pamukoglu.90

Misafir Avatar
İsim
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner80

banner87