İyi akşamlar iyi haftalar sevgili izleyiciler; Cuma akşamı sizlere anneler gününden söz ederken “inşallah Pazar günü biraz güneşli olur” demiştim. Sabah saatlerinde hava yine kapalıydı İstanbul’da, ara sıra da yağmur yağıyordu. Buna rağmen anneler günümüzü kutladık tabii.
Bir hafta önceden haber verip yer ayırtmıştık, tabii o sırada havanın iyi olacağı düşünüldüğünden bahçede oturacağımızı sanıyorduk. Olmadı tabii. Olmadığı gibi anneler günü için bahçelerini açan ve bu nedenle daha fazla rezervasyon yapan birçok yer de zorda kaldı.
Edepsizlerin Yeri
“Biz neredeydik?” diye sorarsanız, “edepsizlerin” yerindeydik. Valla bileydim Başbakan’ın edepsiz diyeceğini, gitmezdim. Şaka, şaka, tam tersine başbakan “edepsiz” dediği için daha bir keyifle gittik. Nereye mi? İstanbul Barosu’nun Kanlıca’da çok güzel bir tesisi var. Deniz kenarında değil ama eski bir konak ve hiçbir şekilde imar izni verilmeyen kocaman bir bahçesi var. Kat kat yukarı doğru çıkıyor, baro üyesi olmayanlara da açık, galiba fiyat biraz fark ediyor o zaman ama yine de çok cazip ve güzel.
Cumartesi Kara Bir Leke Oldu
Sevgili izleyiciler, espri bir yana cumartesi günü yaşanan olay siyasi tarihimiz için kara bir lekedir. Türkiye’de ilk kez bir Başbakan Cumhurbaşkanı’nın da katıldığı resmi bir törende kendisinin çok kızdığı provokatörler gibi davrandı. Kürsüde konuşan kişiye önce laf attı, sonra ayağa kalkıp tepki gösterdi, bununla da yetinmedi devlet protokolünü ayaklar altına alarak Cumhurbaşkanı’nı peşine takıp salonu terk etti. Hele o cumhurbaşkanının hiçbir şey söyleyemeden çıkıp gitmesi. Olacak iş değildi. Devlet protokolü yok edildi. Cumhurbaşkanı ise bütün saygınlığını yitirdi. Gül devletin değil Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olduğunu kanıtlamak ister gibiydi sanki.
Bir Başkası Yapsaydı
Düşünüyorum da, böyle bir toplantıda ayağa kalkıp bağıran, toplantıyı darmadağın eden başbakan değil de herhangi bir başka biri olsaydı ne olurdu? O anda koruma polisleri üzerine çullanır, protestocunun ağzını kapatır, tekme tokat dışarı atarlardı vallahi.
Ya “Kes Sesini” Deseydi
Erdoğan’ın yaptığını belki yandaş yalakaları çok beğendiler ama bir de şöyle düşünün. Metin Feyzioğlu sakin davranmasaydı da, BBC muhabirinin İngiltere başbakanı David Cameron’a canlı yayında söylediği gibi “Kes sesini” deseydi ne olurdu?
Karizmayı Çizdirdi
Tamam Feyzioğlu terbiyesini bozmadı ama Başbakan’a “Edepsizlik yapan ben değilim” diyerek “Asıl edepsiz sensin” demiş oldu. Başbakan da bunu yalayıp yuttu ve çekip gitti. Sonra istediği kadar konuşsun, karizma çizildi bir kere.
Anneler Gününün Asıl Anlamı
Neyse, biz dönelim yine anneler gününe. Dediğim gibi 4 anne ile bir arada güzel bir gün geçirdik. Cuma akşamı anneler gününü kutlarken, özellikle anneleri ile birlikte bu güzel günü kutlayacakları andım. Ama sizleri üzmemek, böyle anlamlı bir günde karamsar tablo çizmemek için asıl söylemek istediğimi bugüne bıraktım.
Evladını Kaybeden Anneler
Ama bir de evladını kaybetmiş anneleri düşünün. Evladını polis saldırısı sırasında, sokakta bir köşede tek başına kıstırılıp dövülerek öldürülmesi sonucu kaybeden anneleri bir düşünün.
Kimdir o Ali İsmail kaçarken çelme takan sonra üzerine çullanan fırıncılar? Onların peşinden koşup Ali İsmail’i öldüresiye döven, hırsını alamayıp sonra bir daha takip edip tekrar döven polisler kimlerdir? Nasıl bir ruh halleri vardır böyle tiplerin.
Can Acıtıcı Konuşma
Ancak sevgili izleyiciler, anneler gününde en can acıtıcı konuşmayı bizzat başbakan Erdoğan yaptı. Kin ve öfke belli ki gözünü öyle bürümüş olmalı ki, polisin attığı gaz maskesinin başına çarpması sonucu aylarca verdiği yaşam mücadelesini kaybeden Berkin Elvan’ı anlatışını dinlediniz mi?
“Bir tutturmuşlar Berkin Elvan diye, ya ekmek almaya gaz maskesiyle, elinde sapanla, patlayıcılarla mı gidilir” diye sordu. İnsaf sayın başbakan, insaf. O sözünü ettiğiniz 16 yaşındaki çocuk tutuklu falan değil, hapiste tutulmuyor, yargılanmıyor, can verdi, can. Ve o berkin Elvcan’ın acılı bir annesi var. Yetmedi mi binlerce kişiye mitingde yuhalattığınız? Bu nasıl bir öfkedir anlamak mümkün değil.
Başbakan konuşmasıyla “yargısız infazı” savunuyor farkında mı acaba? Yani bir kişi, çocuk bile olsa yüzünde gaz maskesi, elinde taş varsa öldürülebilir mi? Bunu mu savunuyor Başbakan? İnanamıyor insan.
Esip Gürleme Korkudan Kaynaklanıyor
Ama sevgili izleyiciler, siz bakmayın başbakanın bu kadar esip gürlemesine. Bu esip gürlemelerin artık bir güç ve güven duygusundan değil, tamamen korkudan kaynaklandığı gün gibi ortada. Evet, başbakan korkuyor. Çünkü milli irade adıyla arkasına aldığı niteliksiz çoğunluğun kritik anlarda hiçbir işe yaramayacağını biliyor. Bugün sayısal gücüyle alay ettiği Türkiye’nin nitelikli gücüyle aslında baş edemeyeceğini bilmeyecek kadar akıl ve izandan mahrum değil.
Ne Oldu Paralel Yapı?
Bakın 17 Aralık’tan bu yana diline doladığı paralel yapı ile ilgili neler söylüyor ama hiçbir şey yapmıyor. Söylediği tek şey paralel yapıya mensup olduğunu iddia ettiği kişilerin görev yerini değiştirdiği.
Sevgili izleyiciler, ihanet çok ciddi bir suçtur. Siz ihanet içinde olanların sadece görev yerlerini değiştiriyor ve bunu da böbürlenerek anlatıyorsanız, görevinizi yapmıyorsunuz demektir. Madem ihanet içindeler, o halde görev yerini değiştirmek çözüm olabilir mi? Ankara’da ihanet içinde olan Erzurum’da olmayacak mı?
Cadı Avı Nedir?
Laf gelmişken, bir süre cadı avı konusunu tartışacağımız da bir gerçek. Peki cadı avı nedir? Bu kavram Hıristiyanlığın en gerici biçimde uygulandığı Ortaçağ döneminden kalmadır. Engizisyon mahkemelerinin yoğun biçimde çalıştığı, insanların binbir türlü işkencelerle öldürüldüğü zamanlardan kalmadır.
En çok 1480’den itibaren iki yüz yıl boyunca görülmüştür. İşin aslı şudur; Avrupa’da Hıristiyanlığı zorla yaymaya ve kilisenin gücünü topluma kabul ettirmeye çalışan din adamları, dine karşı olarak niteledikleri her görüş sahibini engizisyon mahkemelerine çıkarıyordu.
Büyücülük, Sihir, Falcılık
Eski Pagan dinlerden kalma büyü, sihir, medyumluk, falcılık gibi halkın ilgi gösterdiği alanlara da Hıristiyanlığa karşı olduğu için büyük yasaklar gelmişti. O dönemlerde özellikle kadınların büyü, sihir, fal gibi şeylere meylettikleri bilindiğinden, bunları yapanlar “cadı” olarak tanımlanıyor ve İncil’de geçen “Bir cadının yaşamasına müsamaha etmeyeceksin” ayetine dayanarak bunlar işkence ile öldürülüyordu.
Ancak öyle bir dönem geldi ki, kilise fikirleri, yaşam biçimi, eleştirileri ile kendisine tehlike gördüğü herkesi “cadı” olarak ilan etmeye başladı. Halkın içinde kiliseye yaranmak isteyenler de “cadıları” ihbar etmeye başladılar. Böylelikle 200 yıl içinde 60 bine yakın kişi ki çoğunluğu kadındı, “cadı olduğu gerekçesiyle” işkence çektirilerek öldürüldü.
Mc Carthy Dönemi
Cadı avı kavramı, modern çağda ise 1950’lerde Amerika’da kullanıldı. O dönem, ikinci dünya savaşı bitmiş, Rusya’daki komünist sistem savaş galibi olarak topraklarını genişleterek Sovyetler birliği haline gelmiş, Amerika da kendini komünizme düşman özgür dünya olarak ilan etmişti.
İşte böyle bir ortamda ortaya çıkan Mc Carthy isimli bir senatör Amerika’ya komünistlerin sızdığını bunların temizlenmesi gerektiğini ileri sürerek bir kampanya başlatmıştı. Kampanya giderek öyle bir hal aldı ki, eleştiren, karşı çıkan, aykırı fikirler söyleyen herkes komünist ilan edilmeye ve toplanmaya başlandı.
Herkes mi Komünist?
Aralarında politikacılar olduğu gibi yüzlerce sanatçı, akademisyen, sendikacı, yazar, gazeteci bu kampanya süresince tutuklandı, hapislerde yattı. Haps girmekten kurtulanlar toplumdan dışlandı. Amerikan medyası o dönemde Mc Carthy’in beğenmediği herkesi komünist ilan etmesini “cadı avı” olarak nitelemişti.
Aslına bakarsanız Türkiye bu “cadı avı” kavramına hiç yabancı değildir. Bir dönem herkes komünist avındaydı. Sonra irticacı avı yapıldı. Şimdi paralel yapı adı altında cemaatçi avı yapmak istiyorlar.
Bu arada şunu da söyleyeyim; iktidar bir algı yaratmak için kendisine yönelik her eleştiriye cevap vermek yerine bunun bir paralel operasyon olduğunu söylemeyi tercih ediyor.
Kim başbakana eleştiri yöneltse damga hazır “paralel yapı.”
Tabii bize “paralel” yaftası yapıştıramıyorlar, ama ne yapıyorlar “Bunlar da paralel örgütün etkisi altında.” Hiç birimizin aklı fikri yok ya, hep birilerinden olacağız ya da birileri bizleri yönetecek, etkileyecek. Eee, kişi başkasını kendi gibi görürmüş ya.
Çift Vuruş’ta Anlatacağız
Sevgili izleyiciler, bu konularda anlatacağım daha çok şey var. Ama merak etmeyin, bu akşam Halil Nebiler’le birlikte sunduğumuz Çift Vuruş var. Orada bunları çok daha geniş biçimde anlatmaya çalışacağım. Örneğin şu Başbakan’ın korkması konusu, Cumhurbaşkanı’nın aslında başkan olacağı, Berkin Elvan ve Ali İsmail Korkmaz’ın canice öldürülmesi, cadı avının ayrıntıları, edepsizlik polemiği bu akşamki ana konularımız. Sanıyorum Halil’in de söyleyecek çok şeyi vardır. Bence bu akşamki programı sakın kaçırmayın. Hiç konuşulmadık şeyler söyleyeceğiz. Örneğin başbakan “artık pısırık başbakanlar geride kaldı” dedi ya, bunun böyle olup olmadığını, aslında en pısırık yönetimin ne zaman işbaşına geldiğini de anlatacağız.
Ümit Zileli ile Ana Haberler’den hemen sonra, saat 20.00’de karşınızda olacağız. Şimdilik iyilikler dilerim, hoşça kalın.
GÜNÜN YORUMU. 12.5.2014.PTS. paylaşan: ulusalkanal
Ulusal Kanal