TİMSAH 1865! TİMSAH 2017!

Geçenlerde salonların,  koltukların, koridorların, merdivenlerin değil insanların içlerinin de dolu olduğu buluşmalardan birine katıldım. Geceden süzülenleri ve yürek titreten ayrıntıları dinlemeye hazır mısınız? O halde buyurun…

Eski adıyla Kent Sineması, yeni adıyla Şişli Kent Cemil Candaş Kültür Merkezi bu kez kapılarını ve sahnesini doktorlara açtı. Yanlış anlaşılmasın sakın! Hekimler bu kez tıbbi kongre yerine ya da kendilerine verilecek ödülleri(!) almak için değil sahneledikleri oyun için salonda idiler.  “Yiğidin hakkını yiğide vermek gerek” diye yaygın bir söz vardır ya! Hakkı yenmiş bunca yiğidi bir arada bulmuşken haklarını baştan ve peşin ödemek istedik. Şimdi söz yiğitlerdedir;

Efendim! Timsah adlı kısa öyküyü 1865 yılında Dostoyevski yazmış. Haldun Taner usta 1960 ihtilalinden sonra üniversiteden ihraç edilen 147’liklerin durumunu hicvetmek için dilimize uyarlamış. Prof. Dr. Selçuk Erez yememiş içmemiş tiyatro oyununa dönüştürmüş. Orhan Alkaya yönetmiş. İstanbul Tabip Odası düzenlemeyi üstlenmiş. Bizlere de salonu koridorlara taşana kadar tıklım tıklım doldurmak kalmış.

Söz artık yiğit kadronun arkasındaki görünmez (görünür mü demeliydim?) emeğin ve gücündür;

Bu emek destanında kimler yok ki? “Barış” bildirisine imza atanlar, 686 kararname ile ihraç edilen akademisyenler, KHK ile üniversiteden ihraç edilenler, kısaca her kademeden, her yaştan ve farklı uzmanlık alanlarından 18 doktor. Bu kez hasta başında, ameliyat masalarında, üniversite kürsülerinde, ulusal ve uluslararası kongrelerde bildiri sunarken değil Timsah oyununu sergilemek için sahnede buluşmuşlar…

Salonun kapısında konukları tek tek karşılayıp, tek tek uğurlayan Prof. Selçuk Erez, ev sahibi olmanın inceliklerini, aydın bir yönetici olmanın sorumluluğunu,  deontolojik duyarlılığıyla harmanlayarak bir kez daha kanıtladı. Demokrasi, hukuk, özgürlük gibi bugünlerde bize çok uzak olan evrensel kavramların çok derinden duyumsandığı oyunda rol ve görev alan doktorlar siyah giysiler içinde kadın erkek, genç yaşlı, uzman asistan ayırdına girmeden sadece hakkı çiğnenen, ezilen, horlanan kim varsa onların sesi, gözü, sözü, dili oldu.

Sahne uyarlamasının İstanbul Tabip Odası Sekreteri Adli Tıp Uzmanı Ali Çerkezoğlu’na, sahne tasarımının Nurullah Tuncer’e, efektin Sercan Gidişoğlu’na (timsah sesi çıkarmadaki ustalığına dikkat çekmek isterim), müziklerin Uskan Çelebi’yi emanet edildiği oyunda bir Tiyatro Tarihi hocası olarak notumu merak ederseniz(!) notu kıt biri olmama rağmen tüm kadroya yıldızlı 10 verdiğimi söylemeliyim…

Yürek yakan ayrıntılara gelince; 1865 yılında yazılan eseri, Haldun Taner 1960 yılında dilimize kazandırmış ama sanki 2017 Türkiye’sini anlatmış. Oyunun siyasal güncelliğini,  o zaman yasa bugün KHK denilen düzenlemeleri görünce ne değişti sorusu tüm açıklığıyla gelip insanın önüne dikiliyor. Ve ona pek çok soru sorduruyor! Örneğin tıp eğitimi gibi uzun ve meşakkatli bir eğitimden geçip mesleklerinin zirvesine tırmanan bu insanlar neden kürsülerinden, hastalarından, öğrencilerinden, hastanelerinden, bilimsel çalışmalarından kopartıldılar? Ülkenin çözüm bekleyen bunca sağlık sorunu varken bu yetişmiş insanlar neden mesleklerinden uzaklaştırıldılar? Yetişmiş insan gücünü böylesine hoyratça harcamak bu ülkeye ne kazandırır, ya da neler kaybettirir gibi…

Salonu dolduran herkesin yüreğine dokunan bu buluşma için söyleyecek sözüm çok, nefesimi tutarak ve gözyaşlarımı akıtarak izlediğim bu oyun için paylaşacak dip notum çok. Ancak sözü nasıl sürdürüp nerede bağlayacağımı bilemiyorum. Tüm oyun boyunca sahneden salona akan duygusallıktan mı girsem? Salonu dolduranların emeğe ve üretenlere saygısından mı çıksam? Yaşamımızı zenginleştiren, çoğaltan, anlamlı ve çekilebilir kılanların sergilediği vefadan mı söz etsem?  Sahnede rol alan doktorların içtenliğine, sergiledikleri dirence bir selam mı çaksam? Yoksa birikim, deneyim ve saygınlığı hiçe sayanlara bir sitem mi yollasam? Bilemedim!

Amacın; hukuksuzluğu karşı barış ve demokrasi nöbetlerinin bitmediğini, bitmeyeceğini başta dosta düşmana, sonra da kişi onuruna leke sürmeye kalkanlara ilanı mı saysam? Yoksa işinden, mesleğinden, aşından olanlara “yalnız değilsiniz” mesajı vermek için atılan sanatsal bir çığlık olarak mı görsem? Bilemedim!

Mesajı; “Ağzınızdan çıkanı önce kulağınız duyacak, sonra da ayaklar denk alınacak” diyen siyasal otoriteye karşı; “Burnumuzu kendimize ait olmayan işlere de sokup duracağız” diyen yürekli bir duruş olarak mı değerlendirsem?  Yoksa 1960 darbesinden sonra üniversitelerden atılan ve tarihe  “147’ler” olarak geçen akademisyenlerin durumunu hicvetmek için Haldun Taner’in uyarladığı eserin o günden bugüne hiç değişmeyen güncelliğine mizahi bir protesto olarak mı algılasam? Yine bilemedim!

Dünden bugüne “Barış” istemenin bu topraklarda hep “sakıncalı piyade” olduğu gerçeğini mi haykırsam? Yetinmeyip git gide entelektüel anlamda yoksullaşan ve çoraklaşan ülkemizde doktorların sahne performanslarının tıbbi başarıları kadar mükemmel olduğunu mu itiraf etsem? Yine yetinmeyip (eşimin değerli erkek meslektaşlarının hoşgörüsüne sığınarak) pozitif ayrımcılık yapıp, Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, Doç Dr. Özlem Özkan, Uzman Doktor Melahat Cengiz, Prof. Dr. Rukiye Eker ve Dr. İncilay Erdoğan’ı rollerindeki başarılarından ötürü ayakta alkışladığımı mı fısıldasam? Bu kez bildim!

Yoksa Dr. Mustafa Sülkü, Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu, Dr. Samet Mengüç, Doç. Dr. Özgür Müftüoğlu,  Dr. Nazmi Algan, Prof. Dr. Cengiz Erçin, Dr. Ali Özyurt, Prof. Dr. Taner Gören, Prof. Dr. Özdemir Aktan,  Dr. Hüseyin Keskin, Dr. Ersin Baltacı,  Dr. Sadık Çayan, Doç. Dr. Haydar Durak’ı, sağlık sorunlarımızda sırtımızı dağ gibi yasladığımız doktorların sahnede yarattığı özel havayı mı solusam? Bir kez daha bilemedim!

Bildiğim o ki sanatsal belleğimize kazınan, için için ağlatan, efkâr bastıran ve yüreğe çok dokunan bu gecede; hastalarının, öğrencilerinin, meslektaşlarının, yetiştikleri kurumların ve kamuoyunun yakından tanıdığı doktorlar tıbbi bilgi, birikim ve donanımlarını sanatsal güçleriyle de taçlandırdılar. Nefessiz izlediğim bu görsel ve duygusal oyunda; “seni en çok neresi etkiledi?” derseniz, yanıtım şu olur: Önümüzde açılan ve ucu görünmeyen tünellerde umut aşılayan, vefa, dostluk, dayanışma kokan, izleyenleri alıp kendi öyküleriyle yüzleştiren ve nitelikle niceliği buluşturan bir emek destanı…

Son söze gelince; Nefes tüketenleri selamlıyorum. Emeği geçenleri iki elin çıkaracağı en yüksek sesle alkışlıyorum.

Misafir Avatar
İsim
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner80

banner87